29 Şubat 2016 Pazartesi

Hastamızı kısaca tanıyalım kimmiş?

     Sevgili blog okuyucularım hepinize merhaba,
 
     Madem zahmet edip okumaya başlamışsınız ben de kendimi size kısaca tanıtayım.
 
     Efendim bendeniz Özkan Oktay, 1977 İzmit doğumluyum. 180 cm boyunda, 86 kilo ağırlığında, sarışın, renkli gözlü, anasının gülü, karısının aşkı, kardeşinin bir tanesi biriyim. Tüm eğitim hayatımı İzmit'te tamamladım, İşletme Fakültesi mezunu olup şu an ilerde detaylarını anlatacağım nedenlerden dolayı genç bir emekliyim.
 
     Evliyim, 8 aylık dünyalar tatlısı Hanzade Sare isminde bir kızım var. Eşim Safiye endüstri mühendisi olup özel sektörde çalışmakta. Mutluluğunu, hüznünü içine atıp belli etmeyen biri de olsa hep yanımdadır aşkım. Güzel ve büyük bir evimiz, mutlu bir yuvamız var. Tek eksiğimiz rahmetli babam olup; her zaman yanımda bana destek olan annem Nermin, güzel kız kardeşim Hande Elif, erkek kardeşim olarak gördüğüm kardeşimin eşi Caner ve onların dünyalar tatlısı kızları sevgi pıtırcığı Melinda Balım her zaman yanımdalar.
 
     Çok yakın akraba ve dostlar kızmasın onlar da elbet yanımda, uzun uzun yazmayım dedim, ilerde bahsedeceğim.

     

 
     Gelelim bu blogla ilgili amacıma...
 
     Açıkçası kanser hastaları ve yakınları tarafından yazılmış binlerce blog var, benim amacım sizlere farklı bir dille bunu anlatmak. Yaşadıklarım, mücadelem, yaptıklarım... Gerçekten eğlenceli olacak eminim, çünkü ben kanserle oynuyorum. Ayrıca beni hayata en çok bağlayan ve keyif veren; kendimi iyi ötesi hissettiren hobimden bol bol alıntılar yapacağız. Neymiş peki? Söyleyelim hemen... Resimli ve tarifli, hepsi birbirinden güzel yaptığım yemekleri sizlerle paylaşacağım. Aslında blog neredeyse bunlardan oluşacak.

     Son olarak blog yayınlarının yazılış tarihleri sizleri aldatmasın, sadece olayların kronolojik olarak anlaşılması için bir gün geri gelen tarihler seçtim. Şu an 2016 yılının Mart ayındayız ve ben bir yıldır hastalıkla mücadele ediyorum.

28 Şubat 2016 Pazar

Nasıl fark ettim rakibimi?

     Aslında olay gerçekten tuhaf, erken teşhis mi yoksa gecikme mi belli değil. İkisi de aynı anda oldu. Kanserimin türü literatürde baş ve boyun bölgesi kanserleri olarak isim alsa da, benimki dil, ağız içi ve boyun bölgesi kanseri. Peki nasıl başladı... Hepimizin ağzında zaman zaman aft ya da pamukçuk dediğimiz beyaz oluşumlardan çıkar. Benim de dilimin sağ yan tarafında böyle bir şey oluştu. Kafama takıldığı için sürekli bakıyorum, eşe dosta gösteriyorum falan ama nafile, arkadaş orada ve her baktığımda "merhabaaaa" diyor bana sanki.
 
     Dedim böyle olmaz ne yapalım? Doğru aile hekimine... Baktı geçer bir şey yok dedi, krem verdi. Başladık sürmeye ama bizim "merhabaaa" devam ediyor. Dedim uzman hekime gidelim ve macera başladı. Özel bir hastanenin KBB doktoruna gittim baktı 3 hafta olmuş biyopsi yapmak lazım dedi, nasıl kaçtığımı bilemem ki en büyük hatam oldu belki de. Kaçınca bir de farklı görüş alayım diyerek aynı hastanenin dermatoloji doktoruna gittim. Baktı, etti, gülmeye başladı ve sadece dişimin dilimi sürekli kesip yara yaptığını ve koruyucu film tabakası olan bir kremle o bölgeyi koruyup düzelteceğini söyledi. Çıktık hastaneden ayaklar paşabahçeye vuruyor, doğru eczaneye, ilacı aldım sürdüm, eşe dosta haber korkulacak bir şey yokmuş falan diye, anlık bir sevinç.
 
     Ertesi gün oldu bırakır mıyım peşini, doğru çocukluğumdan beri nazımı çeken diş hekimim sevgili Şükrü Hüseyinoğlu'na. Kendisine Allah ömür versin bu arada, umarım emekliye ayırmaz kendini ve daha yıllarca devam eder hekimliğe, yoksa yandık... Neyse Şükrü abimiz baktı etti, film çekti, sonuç... "Ya Özkan bu kadar sıkıntı yaratacak bir durum yok dişinde ama ben yine de kenarları biraz törpüleyim biraz rahat et" dedi ve bizim canavar dişleri başladı eğelemeye :)
Bu iş de bitti ben takibe devam... Sonuç aynı... "merhabaaaaa" Dedim olmuyor doğru  başka bir hastanenin dermatoloji doktoruna. Gittik, baktık, liken olabilir dedi ve sürme bir antibiyotik verdi, başladık sürmeye, biraz renk değiştirdi etti ama arkadaş hala duruyor. İki hafta geçti gittik tekrar, iyileşir yakında 2 ay sonra gel dedi ama bizim arkadaşın köyden akrabaları da geldi ve "merhabaaaa" artık daha gür çıkıyor çünkü büyüyor.
 
     Efendim bir hafta daha bekledim ve dedim en uzman yere gideyim ve doğru Kocaeli Üniversitesi Araştırma ve Eğitim Hastanesi Dermatoloji Servisi'nden randevu aldım. Kendisi aynı anda Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı olan Prof.Dr.Dilek Bayramgürler detaylı bir şekilde beni muayene etti. Maalesef gördüğü şeyi beğenmemişti ve biyopsinin şart olduğunu, ancak dil köküne yakın bir mesafede olduğu için KBB uzmanı tarafından bu işlemin daha sağlıklı olacağını anlatıp tavsiyede bulundu. KBB servisine ne istediğini yazan bir notla beni uğurladı. Detaylarını ilerde anlatacağım ama Dilek Hanım'la o gün paylaştıklarımız ki özelimi anlattım durum kötü olunca, kendisinin bana yaklaşımı gerçekten tarif edilemez. Artık benim için iyi bir dost, bir abla olarak gördüğüm hocamı sevmemek imkansız.
 
     Devam edelim... Ben biyopsiyi duyunca anında kaçtım tabi çok akıllı olduğumdan. Aradan bir iki gün geçti İzmit'te bulunan özel bir dermatoloji kliniğine gittim. Oradan iyi haber aman ne güzel, dilime baktılar, ultrason falan, tamam bir şey yok... "kesinlikle biyopsi yaptırma, benim içim rahat, bunda bir şey yok" dedi uzman doktorumuz hanımefendi. E ben de duymak istediğimi duyunca coşarak çıktım oradan ama bizim "merhabaaaa" daha da gürleşti. Ve şaka maka biz geldik mayıs ayı sonuna... Yani tam 3 aydır boş yere kürek çekmeye devam ediyorum...
 
     Bu kadar yeter... Savaşa başladığımız zamana gelelim... PART 2

27 Şubat 2016 Cumartesi

Haydi mutfağa !

     Bu kadar kanser başlangıcı yeter, biraz da ağzımız tatlansın...
 
     İlk tarifimizi verelim, malzemelerimizi hazırlayalım, yemeğimizi yapalım o zaman.
 
     Sebzeli Mantarlı Tavuk Sote
 
     İlk olarak filmimizin esas oyuncusunu 3-4 saat önceden hazırlıyoruz. Sotede genelde kalça tercih edilse de ben piliç pirzolayı kuşbaşı hazırlayıp kullanıyorum. Etimizi bir kaba alıp üzerine zeytinyağı, çekme tuz, çekme iri tane karabiber, havanda dövülmüş kakule, kekik, pul biber, biberiye ekleyip buzdolabında 3-4 saat bekletiyoruz.
 
     Tenceremize zeytinyağımızı döküp, soğanlarımızı ve sarımsaklarımızı, ondan sonra kırmızı biberlerimizi ve havuçlarımızı ekleyip soteliyoruz. Esas oyuncumuz tavuklarımızı da ekledikten sonra yalnız kalmasınlar diye mantarlarımızı ekliyoruz. En son domateslerimizi ve baharatlarımızı ekledikten sonra duruma göre biraz sıcak su ekliyoruz. Kısık ateşte pişirdikten sonra yemeğe hazır efendim.
 
     Afiyet olsun, şifa olsun...

Not: Kullanılan baharatları kendi rahatsızlığınız ve kemoterapi ya da diğer kanser ilaçları ile etkileşimlerini araştırarak kullanın lütfen. Her baharat şu an bizlere maalesef yaramıyor.
 

26 Şubat 2016 Cuma

PART 2 Harekete Geçme Zamanı

     Öyle böyle beklerken, işine geleni beğenip, işine gelmeyen olunca kaçıp zamanı doldurup mayıs ayının sonuna geldik sonunda. Tarih 27.05.2015, durumumuz nasıl sorma gitsin. Dilimdeki yara olmuş 3-4 cm. artık rahat yemek bile yiyemiyorum, işin ilginci bir de dilimi sandviç ekmeği gibi yaptı ve içine ilerliyor.
 
     Neyse efendim aldık randevu, kime, uzman kişilere. Kocaeli Üniversitesi Araştırma ve Geliştirme Hastanesi KBB Polikliniği'nden Yrd.Doç.Dr.Murat TOPDAĞ'ın ellerindeyiz artık. Oturduk koltuğa, önce asistanları sonra kendisi baktı ve O da durumu beğenmedi elbet. Hemen biyopsi dedi beni yine aldı telaş. Ama peşinden istersen dedi, bir dahakine gelirsen muhtemelen dilini keseriz dedi. "DİLİNİ KESERİZ" duyduğum şey kulaklarımdan tüm vücuduma yayıldı. Mecbur tamam dedik ve biyopsi planı yapıldı, asistanı 2-3 güne arar çağırırız plana bakalım dedi.
 
     Başladık beklemeye ama arayan soran yok, bir yandan da memnunum gitmiyorum diye, aslında aptal olduğumdan. Neyse bizim dil daha da acıyor, günde en fazla 2 adet içilen ağrı kesiciler bizde şeker olmuş löp löp gidiyor dedim gidip sorayım. Tarih 08 Haziran çıktım üniversiteye ve asistan doktoru buldum unutmuş beni. Öğleden sonra gel yapalım hemen dedi. Bu kadar çabuk beklemiyordum tabi ama koşulsuz evet dedik. Hemen annemi arayıp durumu anlattım ve öğleden sonra annemle söylenilen yere geldik. AMELİYATHANE 2 
 
     Beni içeri aldılar ve hazırlığa başladılar. Yani öyle küçük bir parça alacağız, hemen biter falan yalanmış. Ben zaten korkak, dediler soyun, ameliyat önlüğü giydirdiler, elime damar yolu açıldı ki en korktuğum hadi bakalım hazırsın. Ben başladım eşhedü enla ilahe... aldılar içeri, oturttular koltuğa. Sanki testere filminde kurbanım. O zaman tanımadığım daha sonra geçen aylardan ve tedavi sürecinden dolayı epey kaynaşacağımız Dr.Hakan Bayraktar ve Dr. Erdem Köroğlu operasyon için hazırlar. İşin başında çok korktuğumu, mevcut uyuşturucuların beni uyuşturmadığını ki dişçimden biliyorum söylemem rağmen sen rahat ol diyerek başladılar. 3 iğneden sonra ben acıyı daha çok hissedince bizim kardiyo dağılmış ve bayılmışım, sonra ayılttılar ve operasyona devam ettiler. Öyle böyle derken işi bitirdiler ama ben dağılınca onlar da epey korkmuş. E hep ben mi korkayım siz de korkun biraz :)
 
    Sonuç ne zaman? Bir haftayı bulur, patolojiden takip edebilirsiniz. Eyvallah...

25 Şubat 2016 Perşembe

Biyopsi Sonuç ve O An Yaşadıklarım

     Ara ara yokluyorum patoloji servisini sonuç henüz çıkmamış. O gün bankadayım ve şirketle ilgili yapılacak bir ödemenin parasını bekliyorum. Para henüz hesabımda değil ve bekliyorum. Aklıma geldi arayım dedim tekrar, telefonun ucundaki bayan sonucun çıktığını, telefonda bilgi veremeyeceğini, gelip alabileceğimi söyledi. En son 20 dakika sonra mesainin biteceğini söyleyince aldı beni yine bir telaş.
 
     Bankadan nasıl çıktım, otopark nasıl gittim bilmiyorum. İzmit merkezde o yoğun trafikten çıkıp, üniversitenin o uzun yolunu nasıl 8 dakikada bitirdim bilmiyorum. Yol tariflerine baksan trafiksiz zamanda 13-16 dakika, altımda Ferrari yok orta halli bir SUV var ama, 2,5 tonluk o arabanın o bayır yolda  nasıl 170 km hızla gittiğini ya da benim götürdüğümü hala anlamış değilim. Son dakika yetiştim ve patoloji raporu artık elimdeydi.

 
     Tıp bilmeyiz elbet ama patoloji raporunun sonuç kısmında yazan koyu renkliyse bil ki hayra alamet değil, Allah sonumu hayır etsin. Ne yazıyormuş tekrar okuyalım, " Yassı Epitel Hücreli Karsinom" buyurun cenaze namazına. Çıkardım cebimden telefonu her Türk gibi internetten araştırdım, pek bir şey anlamadım ama bahisler kanser olduğum yönünde bankoydu.

 
       O an aklıma daha önce tanıştığım Dermatoloji Polikliniği'ndeki Dilek Hocam geldi, hemen onun yanına gittim şansıma ordaydı. Sağ olsun hemen ilgilendi, rapora baktı ve beklediğim cümleyi söyledi. "Özkan maalesef iyi değil, ama merak etme elbet çaresi var bunun" dedi. O an sanki benim ablam, ailemden biri gibi çırpınmaya başladı. Mesailer bitmiş ama telefon elinde KBB hocalarını arıyor hemen müdahale edelim, acil ameliyat diye ama kimseye ulaşamadı. Yarın mutlaka uğra bu işi halletmek lazım dedi ama günlerden cuma, kaldık pazartesiye.
 
     Dilek Hocam'la biraz oturup konuştuk, kendimden bahsettim ona. Düşünsenize daha 38 yaşındasın, eli yüzü düzgün yakışıklı birisin, hayatta istediğin her şey yeni yeni olmuş, başarmışsın ve artık keyfini sürmeye başlayacaksın. Senin gözünün içine bakan eşin ve annen var ama sen bir belirsizliğin içindesin artık. En kötüsü ise eşinin karnı burnunda, doğuma az kalmış ve bu haber onu ve bebeğimizi kim bilir nasıl etkileyecek. Ne yapacağım ben? Dilek Hocam da üzgün, sonradan öğrendim ki o akşam evde yemek yiyememiş bana üzülmekten.
 
      Ha bu arada bir şey daha söyleyeyim, böyle bir durumda metanetli olun, aşacaksınız, önemli olan dik durmak falan bu laflar yalan abi yalan. Kısa süreliğine de olsa yıkılıyorsun, yok oluyorsun, bir avuç toprak mı olurum yoksa gezen bir ceset mi olurumu düşünüyorsun. Hayatın gözünün önünden geçmesi gerçekmiş biliyor musunuz? Her şeyi düşünüyorsun. Yeni doğacak bebeğin 4 yaşına geldiğinde şimdi gazetede okuyup es geçtiğin haber olacaksın belki de. 42 yaşında olan Özkan Oktay kanserden vefat etti, kendisinin 4 yaşında bir kız çocuğu vardı. Karın kocasını, annen evladını, kardeşin abisini toprağa verecek geliyor aklına. Kız kardeşimin sevgi pıtırcığı kızı Melinda geldi aklıma doğduğundan beri elimde ama ilerde resimlerden anlatacak kardeşim ona beni, "dayın seni çok severdi kızım" diye.
 
     Ya ayrıca biri bana anlatsın ben nasıl kanser olurum? Elbet Allah'tandır, hamdolsun, verir çaresini kuluna ama bu istatistikler falan yalan mı? Tamam beslenmem kötü, ya et yerim ya baklagiller, sebze yemem ıspanak, taze fasulye ve patlıcan dışında, meyve de yemem yazın kavun karpuz dışında. Tatlı deseniz hat safhada, yemediğim gün yok, hele şerbetli tatlılar... Doldurduk bütün vücuda şekeri, glikozu besledik kanser hücrelerini belki de. 60 yaş üstünde gözüken bu kanser türü bende de var ama ben 38 yaşındayım; genelde Hindistan, Pakistan ülkelerinde gözüküyor ben haritada ancak yerlerini bilirim. Sigara içenlerde olur, e ben 4 yıldır içmiyorum ve öncesinde de 3 günde bir paketti ki bu da yeterli değilmiş bunun için. Başka ne kaldı? Irsilik! Ailede var mı Özkan? Kısmetse ilk ben açıyorum yolu. The first cancer in the family! Ama ben hep kalpten korkardım. Düşünsenize rahmetliler babam, babaannem, dedem, Allah ömür versin halam kalp hastaları. Yani ben banko, DNA müsait, o zamanda gittim üstüne, kardiyolojide detaylı muayene falan doktor dedi taş gibisin, nasıl baktın kalbine sporcu musun demişti ve tamam kalpten yırttık artık tek kanser kaldı, kesin kanser olurum ben demiştim. Ne bileyim o an gök kapısının açık olduğunu.
 
     Çıktım hastaneden gidiyorum eve ama ne diyeceğim ben, gözlerim dolup dolup patlıyor bir yandan da yolda kaza yapmaktan korkuyorum. Her şeyi düşünüyorsun ama hiç biri iyi değil. Benden tavsiye sonuç alacaksanız yalnız gitmeyin, yanınıza saksı alın, düşman alın ama yalnız gitmeyin. Gerçekten bir el, bir omuz arıyorsun.
 
     Arabada ilk planımı yapmıştım, anneme ve kardeşime her şeyi anlatacağım ama eşim bunu bilmeyecek, dilimde ciddi bir yara var, kısa sürede ameliyat olacağım ve bu iş bitecek. Hemen ofise gittim ve elimdeki patoloji raporunun birebir aynısını sonuç temiz olarak yaptım. Oradan doğru eve, doğum izninde olan eşim Safiye evde zaten, "aşkım müjde sonuç temiz çıktı ama ameliyat falan" hikayeye devam ben. Oradan üst kata çıktım ve beni bekleyen anneme gözyaşlarımı zor tutarak kara haberi verdim. O da telefonla kız kardeşime haber verdi ve artık iki evde kara dumanlar başlamıştı tütmeye.
 
     Ne yapacağız biz?

24 Şubat 2016 Çarşamba

Acıktık mı? Verelim Bir Tarif Hemen ;)

     Efendim şimdiki tarifim basit diyerek geçersiniz belki ama Ürdün mutfağının favorilerinden olan Acı Salata..
 
     İnce kıyım domates, köy biberi, kırmızı soğan ve maydanoz başrolde, hepsini ince ince kıyıp bir salata tabağına aldıktan sonra geliyoruz bu lezzetin sırrına. İşin sırrı zaten tamamen sosta, yoksa bildiğimiz çoban salata gibi olur :)
 
     Sosumuzu nasıl hazırlıyoruz? Anlatalım hemen...  Yarım su bardağı zeytinyağı içine bir tatlı kaşığı biber salçası, fesleğen, nane ve tuz ekleyip karıştırıyoruz. Salça homojen şekilde dağılınca salataya ekliyoruz. Kibarlığı bırakıp atın şu çatalları ve kaşıkla yiyin, eminim beğeneceksiniz ;)

      AFİYET OLSUN...
 

23 Şubat 2016 Salı

Prof. Dr. Ömer Aydın'la Randevu ve Fitilin Ateşlenmesi

     Elimizde biyopsi sonucu, ne olacağımızın belli olduğu bir durum. Kısa süreli bir düşünme ve karar anından sonra İzmit'te bulunan bir doktorun özel kliniğine gitmeye karar verdik. Prof. Dr. Ömer Aydın KBB ve Baş-Boyun Bölgesi kanserlerinde bir duayen olup, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi kadrosunda bulunan bir öğretim görevlisi. Yakın zamana kadar O da üniversite hastanesinde muayene ve ameliyat yapıyordu ancak meşhur tam gün yasasından dolayı O'nu da bir tercih yapmak zorunda bırakmışlar ve O da hastane defterini kapatmış. Şu an Acıbadem Hastanesi ve kendine ait özel bir KBB kliniğinde hastalarına yardımcı oluyor.
 
 
 
     Ömer Hoca duyduğumuz, bildiğimiz kadar her hastasına ilgili, yardımcı olan, babacan, akademik büyüklüğünü çevresine yansıtmayan, alçakgönüllü  biri ama kendi durumum bana daha önemli geldiğinden bir dost telefonu sonrası yanına gitmenin daha mantıklı olacağını düşündüm. Kendisinin yakın dostu olan, benim de tanıdığım İzmit'in vergi ve muhasebe duayenlerinden Yeminli Mali Müşavir Tarık Orak abimden böyle bir iyilik istedim. Kendisi sağ olsun beni kırmadı ve Ömer Hocayı hemen aradı. Benim bir sıkıntımın olduğunu, yabancı olmadığımı, oğlumuz, evladımız demiş sağ olsun.
 
     20 Haziran cumartesi randevum var. Tabi yine eşimden gizli, Allahtan cumartesileri de çalışıyorum da fazla zorlanmadım ortadan kaybolmak için. Ancak beni rahatsız eden durum, 4 yıllık evliliğimde asla dememe rağmen eşime yalan söylemeye başlamıştım. Sağlıkla ilgili, onu üzmemek için, bebeğimiz için, bunlar beyaz yalanlar diyerek vicdanımı da bir yandan bastırmaya çalışıyordum.
 
     Her zaman yanımda olan kız kardeşim Hande, eşi Caner ve Melinda'mız ile klinik önünde buluştuk. Küçük yaramaz Melinda rahat durmayacağı için babasıyla O arabada kaldı, biz Hande ile kliniğe çıktık. Kısa bir beklemeden sonra Ömer Hoca'nın asistanı bizi odaya aldı. Hoş geldiniz, nasılsınız, Tarık Bey'le tanışıklığınız sohbetinden sonra muayene koltuğuna beni aldı. O da herkes gibi gördüğü manzarayı beğenmedi, yan odada bulunan klinik ortağı, kendisi gibi Kocaeli Üniversitesi öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Gürkan Keskin'i de çağırıp beni gösterdi. Sağ olsun muayene sırasında olan acımı özel spreyleri ile bastırdı da biraz rahat edebildim.
 
     Masasına geçtikten sonra durumu kısaca özetledi ve ne durumda olduğumuzu tam olarak anlamamız için detaylı bir MR'a ihtiyacımızın olduğunu ve acele etmem gerektiğini söyledi. Önceden beri boyun ve bel rahatsızlığımda olduğu için MR'ın tadını ve zorluğunu çok iyi bilirim ama yapacak bir şey yok. Bu sefer zamanla yarışıyorum, rakibim kanser, büyük ödül HAYATIN.
 
     Cumartesi saat 16.00 olmuş bu saatten sonra MR imkansız olduğu için pazartesiyi beklemekten başka çaremiz yoktu. Hep beraber bir kafeye gidip oturduk ve bir şeyler atıştırdık, meğerse bunlar benim son yemeklerimmiş acı içinde yesem de. Biz de durum değerlendirmemizi yaptık ve pazartesiyi beklemeye başladık.
 
     Pazartesi günü sabahtan özel bir hastanenin KBB servisinden randevu almadan, durumun aciliyetini anlatarak doktorla görüştüm. Kendisi de beni muayene etti ve MR çektirmem için gerekli evraklarımı hazırladı. Pazartesi akşamüstü Hande çılgın kızımızı bırakamadığı için yakın arkadaşlarımdan Emre Divar ile gitmek için plan yaptım. Emre iş çıkışı yanıma gelecek, beraber gideceğiz. Evde beni bekleyen Safiye de Emre'nin bazı alacağı şeyler olduğunu, benim arabamla KOÇTAŞ'a gideceğimizi, 1-2 saate geleceğimi bilecek. Al sana kuyruklu bir yalan daha. Akşamüstü oldu Emre geldi ki kendisi ne hastane sever, ne beklemeyi sever, hasta olsa gitmez, hatır için çiğ tavuk yenir dedi ve başladı benimle görüntüleme katında oturmaya. Sıram geldi, çağırdılar girdik içeri. Önceden çektirdiğim MR ile aynı süre sansam da bunun 45 dakika süreceğini öğrendim ve ilk şokumu yaşadım. Makinaya yattım al sana ikinci şok, baş-boyun bölgesi olduğu için milimetre kımıldama olmaması gerekiyor, bu yüzden maske gibi bir aparatla seni yattığın yere sabitliyorlar. Yüzünde maske olduğu için kulaklık da takamıyorlar ve o iğrenç makinanın sesini dinlemek zorunda kalıyorsun. Zaten sevmem tabut gibi, pide fırını gibi bir şey başladı makine çalışmaya. Güzel şeyler düşünmeye çalışıyorum, Melinda'yı düşünüyorum, doğacak kızımızı düşünüyorum zaman doldurmaya çalışıyorum. Sonra dua kısmı başladı, ne kadar bildiğim dua varsa başladım okumaya, keşke ezberden Yasin bilseydim dedim hatta. Ama zaman geçmiyor, işin kötü tarafı vücudum tepki vermeye başlıyor. Sinir sistemim artık ne durumdaysa bacaklarım zangır zangır titriyor ve ben durduramıyorum. Tabi bu titreme boynumu da etkiliyor ve çekim heba olacak neredeyse. Çekimi yapan teknisyen arkadaş makinayı durdurdu ve yanıma geldi, sakin olmamı söyledi ama gel de ol. En son bacaklarımın altına bir destek koyup yükseltti de durum biraz değişti. Sonunda çekim bitti... Ben mi? Ben çoktan bittim...

 
     Ertesi gün sonucu alır almaz aynı ekip Ömer Hoca'nın yanındaydık. MR sonucuna baktı, raporu okudu, bizden bir süre dışarıda beklememizi istedi ve biz çıkarken Gürkan Hoca da yanına gitti istişare için, durum kritik. Yaklaşık 15 dakika bekledikten sonra bizi tekrar içeri aldı. Dil kökümden başlayıp öne gelen geniş bir tümörün dilimde yer aldığını, ağız içimde 20 yaş dişlerimin üstündeki damak bölgesinde, boynumun sağ ağırlıklı olmak üzere iki tarafında da tümörlerin olduğunu ve acil ameliyat olmam gerektiğini anlattı. Tamam hocam hemen yapalım deyince ben, bu ameliyatın büyük bir ameliyat olduğunu, uzun saatler ve geniş bir kadro gerektiğini, özel hastane bünyesinde çok yüksek meblağlar tutacağını söyledi. Ölüm kalım bu, elbet parayı bulurum diye düşünerek ağzından rakam almaya çalışsam da bir şey söylemedi ama anladığım kadarıyla 60.000 TL civarı bir meblağdı bu. Neden söylemediğini ve böyle davrandığını hemen anlattı bize... "Ben bu ameliyatı defalarca yaptım, benimle beraber Kocaeli Üniversitesi Hastanesinde bulunan bir kardeşim de defalarca yaptı ve hala yapıyor. Özel hastanede parana yazık oğlum, ben üniversitedeki arkadaşla konuştum, her şeyi anlattım seni bekliyor, ameliyatını o yapacak" dedi ve kafamızdaki sorular cevap buldu. Ömer Hoca'nın, belki de böyle davranmasına neden olan Tarık Orak abimizin bana ne büyük iyilik yaptığını zamanla anlayacaktım.
 
     Artık yeni umudumuz, tutunacağımız dal belli oldu. Doç. Dr. Murat Öztürk.

     HAYDİ BİSMİLLAH, ALLAH YOLUMUZU AÇIK ETSİN...
 

22 Şubat 2016 Pazartesi

Doç. Dr. Murat Öztürk ile Tanışma ve Ameliyat Planı

     Haziran ayı sonuna gelmiştik ve Ömer Hoca'mızın yönlendirmesi sonucu Kocaeli Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi KBB Polikliniği'nde yerimizi almıştık. Gider gitmez Murat Hoca'nın cebini aradım ben geldim demek için ama sanırım müsait değildi, çok geçmeden kendisi geldi ve sekretere beni çağırttı.
 
     Polikliniğe girdim ve tanışma faslından sonra koltuğa geçtim. Doç. Dr. Murat Öztürk 40'lı yaşlarda, boylu poslu, genç yaşta çok yol almış, gözlerine bakıldığında güven veren, profesyonel biriydi. Yanındaki asistanı Dr. Ahmet Mutlu ile beraber görüntüleme sonuçlarımı incelediler ve eylem planlarını bana açıkladılar.
 
     Malum durum çok iç açıcı değildi, dilimde yaklaşık 6 cm uzunluğunda bir kitle var ki zaten dil kaç santimetre. Öncelikle bu parça alınacak ve çevresi ameliyat süresince numuneler alınarak biyopsi yapılacak, buna göre ameliyat devam edecekti. Daha sonra ağız içindeki yerler temizlenecek. En son radikal boyun diseksiyonu dedikleri boynumun sağ ve sol tarafı tamamen açılıp lenfler temizlenecekti. En kötüsü de nefes alabilmem için boğazıma bir delik açılacak, bir aparat takılacak ve bir süre buradan nefes alacaktım. Bu arada tüm vücut kanser taraması olarak bilinen PET Scan filmini de çekilmiştim ve çok şükür başka bir yere sıçramamıştı.
 
     Ameliyat için çok fazla bekleyecek zaman yoktu ve Murat Hoca sağ olsun beni öne alarak 1-2 gün sonrası için plan yapmıştı. Ameliyat geniş bir ekiple yapılacak ve yaklaşık 8 saat sürecekti. Daha sonra yoğun bakıma alınacağım ve her şeyin iyi geçmesi durumunda ertesi gün serviste yatmaya başlayacaktım.
 
     Yoğun bakım, ameliyat, kes-biç en korktuğum şeyler ama yapacak bir şey yok. Bu süreçte de aynı hastanenin Kardiyoloji servisinde tıbbi sekreter olarak çalışan Melahat en büyük destekçilerimden biriydi. Kendisi çocukluğumdan bir yüz olup, alt katımızda otururdu. Kız kardeşimin arkadaşı olup biz de abisiydik. Çok ameliyatlar, benim gibi çok korkaklar gördüğü için her fırsatta bu işlerin basit olduğunu, ne olduğunu anlamadan her şeyin biteceğini, yoğun bakımda ne olduğunu bile anlamayacağımı her fırsatta anlatıp duruyordu.
 
     29 Haziran Pazartesi ameliyat günümüz, hazırlık için 28 Haziran Pazar yatış. Kısmetse 28 Haziran İzmit'in kurtuluşu, 29 Haziran benim kurtuluşum olacaktı.
 
     Bekliyoruz büyük günü...

21 Şubat 2016 Pazar

Ameliyat Öncesi Son Hazırlıklar

     Ameliyata kısıtlı zaman kala en önemli hazırlığım eşimin doğumu ile ilgiliydi. Hamileliği çok sıkıntılı geçmese de doğumu sezeryan olarak planlandığı için doktorunun en ufak sıkıntıda zamanı dolmak üzere olan bebeği alacağını biliyordum. Doğumda eşimin yanında olmak istediğimden benim için en önemli şey buydu. Eşimin doktoru Akademi Hastanesi'nden Nuri Hüseyinoğlu'na gittim ve kendi durumumu ona anlattım, O da herkes gibi üzüldü ve yapabileceğim bir şey var mı diye sorduğunda, tek şey söyledim. "Sakın bebeği alma" :) 29 Haziranda ameliyat olacağımı, yaklaşık 7-8 gün hastanede yatacağımı, mümkünse bu tarihten sonra doğumun planlanmasını, önümüzdeki günlerde olan kontrolde de eşime böyle söylemesini rica ettim. Merak etme sen diyerek içimi rahatlattı.
    
     İlk tedbir tamamdı, sıra ikincisindeydi. Nuri Bey'in yanından ayrılıp, hastanenin ortaklarından Koray Kırman abimizin yanına gittim ve ona da aynı şekilde durumu anlattım. O da sağ olsun aynı şekilde yardımcı olacağını, Nuri Bey ile konuşacağını, herhangi bir sıkıntı olursa hemen ona ulaşılmasını söyledi. Ne olur ne olmaz diyerek numarasını eşime de verecektim.
 
     İkinci tedbir de tamamdı, şimdi geldik en önemlisine, eşimi ve bebeğimi kime emanet edecektim. Gözüm kapalı olarak onu emanet edebileceğim tek kişi vardı, kız kardeşim Hande ve eşi Caner. Zaten kardeşimle önceden çok şeyi planlamıştık. Kardeşim doğum yapalı henüz 6 ay olmuştu. Gebeliği ve yaşanılan şeyleri, karşılaşılacak muhtemel riskleri ve yapılacakları gerçekten iyi biliyordu. Bilinçli bir kişidir yani, ayrıca iyi de araç kullanır ve panik yapmaz bunu da biliyordum. Yani neymiş, eşimin durumundan rahatlıkla anlayacak, gerekirse hastaneye rahatlıkla yetiştirecek yer Özbey'lerin eviymiş. Ayrıca ikisi de yaşıt ve iyi anlaştıkları için vakit geçer, en önemlisi de evde minik kızımız Melinda'nın olması zaten başlı başına en güzel olaydı.
 
     28 Haziran Pazar günü hastaneye gitmeden önce kardeşime gittik ve eşimi önce Allah'a, sonra O'na emanet ederek oradan ayrıldık. Gerçekten çok zor gelmişti Safiye'yi o şekilde bırakıp ayrılmak ama yapacak başka bir şey yoktu. Bana ne olacağını, ameliyatımı, durumumu, hiç bir şeyi bilmiyordu maalesef. 3-4 gün sonra seni ziyarete gelirim ben dediğinde hastanenin enfeksiyon içinde olduğunu, işin sonuna geldiğimizi, mikrop kapıp ona ve bebeğimize bir şey olmasından çok korktuğumu, o yüzden gelmemesini istemiştim son yalanımı da söyleyerek.
 
    Hastaneye geldik ayaklarım titreyerek. Yanımda annem ve dayım vardı ki bu ekip hala bozulmadan yanımda benimle gidip geliyor bir yıldır hastaneye, kanser alayı oldular artık :) Yanımda annem refakatçi olarak kalacak, ancak durumum ağır olacağı için dayım da ona yardım edecekti. 4. Kat KBB servisine çıktık ve yatış işlemlerimizi yaptık. 4107 numaralı oda kısa süreli mekanım olacaktı. Aslında özel odada kalmayı, daha rahat edeceğimizi düşünüp odayı kiralamak için işlem yapıyorduk ki o günkü servis nöbetçisi Dr. Fidan Rahimli boş yere odaya ücret ödememizi, ağır hastaların yanına enfeksiyon riskinden dolayı başka hasta almadıklarını söylemişti. Biz de böyle olunca vazgeçtik ve normal servis odasına geçtik. Kan verme işim bittikten sonra yapacak bir şey yoktu. Saat daha öğlendi ameliyat ertesi sabahtı. Burada kalmamızın anlamı yoktu ve en önemlisi evde bir gece daha paha biçilemezdi o an için. Servis doktorumuzdan izin aldık, ameliyat saatinden önce odamızda olacağımızı taahhüt ederek hastaneden ayrıldık.
 
     Doğru kardeşime gidip eşime sürpriz yaptım ve O'nu alıp eve geldik. Aynı askerde çarşı izninde eve gelmiş gibiydim. Saatler sayılı, yapılacak ve söylenecek çok şey var. Yapacak tek şey zamanı iyi geçirmek ve gece eşine belki de son kez sarılıp yatmak. Belli mi olur, ameliyat masasına yatıp da kalkamamak var. Gece oldu, saatler kaldı ameliyata. Rabbim sen bana yardımcı ol, "Ya Şafi Ya Allah"...

20 Şubat 2016 Cumartesi

Ameliyata Geçmeden Karnımızı Doyuralım, Bir Tarif Daha Verelim...

     Şimdiki tarifimiz kısıtlı bütçe ile mükemmel tat veren Tavuk Fajita

     Bir gün önceden her zamanki öncelikle etimizi marine ediyoruz. Bu sefer beyaz göğüs eti kullandım. Etleri jülyen doğradıktan sonra bir kaba alıyoruz. Üzerine zeytinyağı, çekme tuz, çekme iri tane karabiber, pul biber, fesleğen, defne yaprağı ve biberiye ekledikten sonra kabımızın üzerini folyo ile sarıp buzdolabında dinlendiriyoruz.

 
     Köy biberi ve kırmızı biberlerimizi de jüljen doğrayıp tavaya alıyoruz. Güzelim sızma zeytinyağımızı ekleyip biberlerimizi soteliyoruz. Daha sonra üzerine etimizi ekliyoruz. Harlı ateşte sürekli zıplata zıplata pişiriyoruz. Bu sefer pişme sürecinde kakule ve fesleğen de ekliyoruz.
 
     Tabağımıza tortilla ekmekleri o yoksa şart değil yurdumun lavaşını parça parça kesip diziyoruz ve tavada pişen tüm malzememizi tabağa alıyoruz. Yanında hızlıca yaptığımız salsa sos ve sade sos tat versin, servise hazır artık. Afiyet olsun ??

     NOT: Etler daha ince olmalı diye düşünenler, o sadece restoranlara mahsus, evde yeniyorsa et bol olur ??
 
 

 

19 Şubat 2016 Cuma

Ve O An Geldi... Ameliyata Gidiyorum...

     Eveeeet sonunda zaman gelmişti, tarihler 29 Haziran Pazarı, saatler 07.30'u gösteriyordu. Kurbanlık koyunumuz yani ben hazırdım, en azından dışardan öyle gözüküyordu. Nasıl korktuğumu, neler hissettiğimi yazsam roman olur derler ya, tam öyleydim. Sabah Safiye'mi kardeşime bıraktıktan sonra ki veda anından bahsetmek istemiyorum siz tahmin edin, doğru hastaneye geldik. Yanımda annem ve dayım vardı. Daha sonra patronum, aslında patrondan çok abim olan Ahmet Çepni hastaneye geldi. Şakalar, espriler, muhabbet, moral verme için herkes elinden geleni yapıyordu. Son moda ameliyat öncesi selfie'mizi de çektiğimize göre artık her şey tamamdı. Ameliyat kostümüm de geldi, ameliyat sırasında ve sonrasında pıhtı olmaması için beyaz varis çoraplarım ve ameliyat önlüğüm gelmişti. Bir güzel cicilerimi giyip başladım beklemeye.
          

     Hastabakıcı geldi ve beni sedyeye yatırdı, istikamet ameliyathane. Yatmadan önce herkesle sarılıp, vedalaşıyorsun, helalleşiyorsun. Ya gerçekten çok zor bir durum inanın, belki de başımıza ilk defa böyle bir şey geldi diye böyle düşünüyorum ama tarifimi mümkün olmayan, içinde olmak istemeyeceğiniz bir durum. Aptalca olduğunu bildiğin halde, bir mucize olup aniden iyileşeceğini ve bunların hepsinin o an biteceğini düşünüyorsun. Ya da her şeyden vazgeçip, alıp yanına sevdiklerini, oradan çıkasın geliyor. Biri hadi gel dese gideceksin sanki ama hayaller ve gerçekler farklı işte. Sedyedesin, yanında sevdiklerin yürüyor. 4. kat asansöre binmişsin ve 1.kattaki ameliyathaneye iniyorsun.
 
     Ameliyathane kapısında son kez vedalaşıp içeri girdim. Bildiğin taksi durağı ya da mezbaha gibi içerisi, ameliyat olacakları sıraya diziyorlar. O an daha önce bahsettiğim eski komşumuz Melahat geldi yanıma. Nasıl moral veriyor anlatamam ve işe de yarıyor. İlk verilen hafif anestezi sonrası altınların yerini sormaktan tut, gizli sırları öğrenme hevesine kadar hepsi var kendisinde. Etrafımda ameliyat sırası bekleyen yaşları 2 ile 5 arası değişen çocuklar var. Hepsinde de sıkıntı dudak bozukluğu ve plastik cerrahi ameliyatı olacaklar. O an yanlarına ameliyatı yapacak olan, daha sonra benim de bıçağının tadına bakacağım Prof. Dr. Hakan Ağır geldi. Kendisi bizim Melahat'in komşusuymuş. İşinde tam bir duayen olan, akademik bir insan ve Türkiye'de tanınan bir cerrah. Düşünsenize adam klinik açsa ve bir göğüs büyültme ameliyatı yapsa kazanacağı para, üniversite hastanesinden aldığı paradan fazla. İşte ideoloji, akademisyenlik ve halka hizmet bu oluyor, Hakan Hoca'nın yaptığı. Melahat'i görünce bizim yanımıza geldi, ben de hemen en çok kafama takılan boynumdaki dikişler ve muhtemelen sonraki izler olduğundan hocam böyle böyle, benim boynumun dikişlerini atmaz mıydınız dedim. O da Murat Hoca'nın bu işi 10 numara yapacağını, merak etmemem gerektiğini söyledi ki gerçekten öyle oldu. Ben beklemeye devam ederken bir tanıdık yüz daha, karşı komşumuz Ayşe Abla. Kendisi üniversitenin kimya bölümünde Doç. Dr. olarak öğretim görevlisi olduğundan rahatlıkla güvenliği geçip gelmiş yanıma. İnsan nasıl seviniyor anlatamam ya. Onunla da biraz sohbet ettikten sonra yine tanıdık bir yüz, anestezi teknikeri arkadaşımız Varol, O da kendince beni rahatlattı, ameliyatımda yer alacak tekniker arkadaşa beni tanıtıp emanet etti ve yanımızdan ayrıldı.
 
     Evet süre doldu, beni rahatlatacak olan ilk anestezi iğnesi yapıldı. Bir yandan hafiften başım dönüp, gözlerim kapanıyor. Bir yandan Melahat sayesinde ben şarkılar, türküler gidiyorum ameliyathaneye.



18 Şubat 2016 Perşembe

Ameliyat Anları Yaşanılanlar ve Sonrası

     Şarkılar, türkülerle ameliyathaneye girdim ben kalanını dışardakiler düşünsün. Derler ya sedyede yatana mı daha zor yoksa dışarıda bekleyene mi. Bence dışarıda bekleyene. Sen sedyede yatıyorsun ve anestezi altındasın, zaman ve mekan kavramın yok, sadece operasyonun bitmesini ve ayıltılmayı bekliyorsun farkında olmadan. Ama ya dışardakiler? Canından, kanından olanlar ya da onlar kadar sana yakın olanlar. Eline kıymık batsa dünyayı ayağa kaldıracak annenin oğlu bıçaklar altında, sana kıyamayan eşinin, kardeşinin bir tanesi yatıyor öyle ama yapacak bir şey yok. Yapacak tek şey dua etmek ve her şeyin iyi geçmesini ummak. Aslında yatana da zor tarafı var, bakın şöyle. Sedyeye yatmış gidiyorsun sonunu bilmeden. Bu tür ameliyatlarda ölümle sonuçlanan, sedyede kalan yok ama ne demiş atalarımız "ecel geldi cihane, baş ağrısı bahane". Belki de herkesi son kez gördün, konuştun ve bir daha bu olmayacak. En kötüsü de sen bunu bilmiyorsun, öldüğünü bile bilmeyecek, anlamayacaksın. Sonunun son olduğunu bilmeyeceksin. Gerçekten tuhaf bir durum.
    
     Ameliyathane önünde beklemek yasak, bizler severiz beklemeyi ya. İçeriden gelecek bir haber, bir yüz umuduyla kapıda ağaç oluruz. Yaptığımızın yersiz olduğunu bilsek de böyleyizdir biz, Made In Turkey :) Bu yüzden giriş katındaki bekleme alanına oturup 40" televizyonlarda ameliyat bilgi ekranına bakıp bekliyorsun. Hasta kim, saat kaçta girdi ameliyata, ameliyat ne aşamada, kısaca böyle bilgiler var. Kimileri bir bakıp geçiyor, kimileri de at yarışına bakar gibi gözünü kırpmadan ekrana bakıyor. Muhtemelen gözler ekranda, akıl içerdekinde ya neyse, hepimiz aynıyız ama rengimiz farklı işte.
 
     Sevenler de gelmiş sağ olsunlar benden bir haber almak umuduyla, kimler yok ki. Tabi ben bunları hep sonradan öğreniyorum. Kemik kadro annem ve dayım zaten bekliyorlar; lise ve üniversiteden arkadaşım olan, kardeşim dediğim sevgili Ayşe Köroğlu Şener var, Özdilek yıllarında beraber çalıştığımız Mustafa Meşe var ki bu ikisi de İstanbul da yaşıyorlar, kalkıp gelmişler yanımızda olmak için. Patronum, abim Ahmet Çepni. Karşı komşumuz Ayşe & Murat Aytaç, onlar da beni çok seven dünyalar tatlısı iki kızları Ezgi ve Beste'yi kandırıp gelmişler ki benim hasta olmama çok üzülür çünkü minik kalpleri. Daha beraber hiç bir iş yapamamış olsak da 20 yıllık ortağım olan sevgili Uğur Merdan. Amcam Atakan ve eşi Kamuran, kızı Banu ve eşi Selahattin. Ve daha şu an hatırlayamadığım bir yığın insan. Kafeteryanın yarısını loca yapıp 8 saatliğine kapatmışlar :) En önemli iki kişi yok, eşim Safiye ve kardeşim Hande Elif onlar da evden alıyorlar haberi. Aslında en zor da onlara olmuştur. Eşim bir yalana inanıp oraya gelemiyor, kardeşim eşimin yanında kaldığı için gelemiyor, elleri ve kulakları telefonda sürekli bir haber bekliyorlar. Allahtan zaman zaman bir şekilde tanıdık vasıtalarıyla içerden her şeyin yolunda olduğu ile ilgili haberler gelmiş de bekleyenler ufak da olsa rahatlamışlar.

       İşin bir de manevi boyutu vardı yaşanılan. Annem namazında niyazında bir insandır, her ne kadar 40 yaşından sonra hak yolunu bulsa da tam anlamıyla eksiksiz yapmıştır vazifelerini, esas dönüm 60 yaşından sonra Kur'an okumayı öğrenmesi ve üstüne de tecvitli okumayı öğrenmesidir. Hal böyle olunca çevresi de ona göreydi. Kur'an kursundan arkadaşları, bu tür etkinliklerden arkadaşları çok olup benim ameliyatı duyunca hepsi başlamış dualar, Yasin-i Şerif'ler okumaya, okutmaya. Öyle 1-2 tane de değil, kimi günler önceden başlamış okumaya 100 tane bağışlamış; kimi ameliyata ben girerken başlamış, ameliyattan çıktı haberi gelene kadar okumuş. Hatta biri İstanbul'dan bir Kur'an kursunun hatim töreninde dua ettirmiş. Bir de benim kefere arkadaşlarım var ki onlar ayrı hikaye, sonradan öğreniyorum tabi bunları. Facebook üzerinden grup kurup haberleri paylaşmışlar. Arada yazdıkları da " Kardeşim hepimiz senin için dua ediyoruz ve eminiz ki dualarımız kabul olacak. Çünkü biz Allah'ı meşgul etmeyen, ayda yılda bir dua eden insanlarız, istek az olunca kabul olma ihtimali de epey artıyor" şeklindeydi. Ne diyeyim ben bu adamlara, haklı gibiler :)
 
     Saatler geçip, sıkıntılı bir bekleyişten sonra, 8 saat dolmak üzereyken annem ve dayım ameliyathane kapısında beklemeye başlamışlar artık. Sonunda güvenliğin sesi duyulmuş, "katı boşaltıııın" ve ben sedye ile çıkmışım. Her yerim örtülü, başım ve boynum sarılı, yüzümün az bir kısmı gözüküyormuş, enfeksiyon riskinden dolayı her yeri boşaltıp hızlı hareket etmeleri gerekiyormuş personelin. Doğru yoğun bakıma. Bir süre sonra Murat Hoca ve ekibi çıkmış kapıdan, merak içinde bekleyen annem ve dayıma haberi vermiş, "merak etmeyin, her şey iyi geçti" bizimkilerin rahatlaması ve sakinleşmesi sonrası da kısaca ameliyattan bahsetmiş. En korktuğumuz şey dilimin kaybıydı ama 1/3'ü kesilmiş sadece, parça parça numune alıp hızlı biyopsi yapmışlar ve kanser temizlenip sağlıklı dokuya gelene kadar devam etmişler. Boyun diseksiyonum da başarılı geçmiş. Artık yapacak tek şey iyileşmemi beklemek.
 
     Yoğun bakımda gözlerimi açtığımda karşımdaki duvar saati 12.30'u gösteriyordu ancak tek sorun öğlen mi yoksa gece miydi. Bir süre bunu düşündüm. Sabah 08.00'de ameliyat başladı, 8 saat sürse ben buraya 16-17 civarı geldim. Üstünden 7-8 saat geçse şu an gece yarısı, ayılmam için yeterli bir süre. Zaten etraftaki sakinliği de görünce emin oldum, sadece nöbetçi olan personel vardı. Bir süre sonra uyandığımı fark edip yanıma geldiler. "Merak etme Özkan Bey her şey yolunda, ameliyatın çok başarılı geçti, yoğun bakım takibinde de iyisin, hiç bir sıkıntı yok, sabaha kadar seni misafir edip servise göndereceğiz" dedi nöbetçi hemşire. İşte bu duyduğum en güzel şeydi. 
 
     Daha sonra ne durumda olduğumu anlamaya çalıştım. Haliyle çıplaktım ve örtülere sarılmıştım, boynumda kalın bir bandaj vardı ve boğazım delikti. Buradan nefes alıp veriyordum. İlk olarak aklıma anestezinin akciğerler üzerindeki olumsuz etkisi geldi. Önceden duymuştum uzun ameliyat olanların ciğerlerinde sönme olurmuş bazen, anesteziden ya da ameliyat süresince solunum cihazına bağlı kalmaktan dolayı. Bu korkuyla başladım derin derin nefes alıp vermeye ki bu gece boyunca sürdü. Uyandım, kendimdeyim ama yine de anestezinin etkisi var bedenimde, tatlı bir sarhoşluk içindeyim neredeyse. Tam ben bu hallerdeyken tepemde biri belirdi, üzerinde mavi önlük, başında bone ve yüzünde maske. "Özkan naber ya" diyor. O haldeyken ben sesinden ve mavi gözlerinden çocukluk arkadaşım olan Atilla dedim bu. Ama imkansız bu, anestezi neler yapıyor demek ki, gördüğüm hayale  bak, Allah'ın Atilla'sı oldu gele gele :) Sonra hayal dediğim kişi maskeyi çıkardı ve oğlum Atilla ben dedi. İyiymişin merak etme dedi ve kaçar gibi gitti. Daha sonradan öğrendim ki oraya gelmiş, binbir yalanla içeri girmiş beni görmek için, ne adam ya.
 
    Sabah 8 gibi iki tanıdık yüz geldi, Dr. Hakan Bayraktar ve Dr. Fidan Rahimli. Boynumu açıp pansumanımı yaptılar, her şeyin yolunda olduğunu ve birazdan servise alacaklarını söylediler. Pansumanımı tamamlayıp gitmelerinden sonra kısa bir süre bekledim ve hasta bakıcı geldi. Yolculuk başladı, istikamet 4.kat KBB servisi. Titiz annem odayı hazırlamış, her yeri temizletmiş, üstüne yetmemiş steril ilaçlarla ele gelen yerleri kendi silmiş, ortamı sağlıklı bir hale getirmiş. Yoğun bakım yatağından kendi yatağıma karga tulumba alınıp başladık yatmaya artık.

17 Şubat 2016 Çarşamba

KBB Servis Günleri ve İyileşme Süreci

     Yatışımın ardından doktorlar, hemşireler sırayla geliyor, hepsi kendilerine gereken bilgileri alıp kontrollerini yapıyorlardı. Şu an için hiç bir sorun yoktu. En güzel şeyse annemin ve dayımın yüzündeki rahatlama ifadesiydi. Kafalarında en önemli soru ise bundan sonra ne yapacaklarıydı. Sessiz sakin bir şekilde yatıyordum ve bu şekilde devam ederse bu sorun yok demekti. Bir süre sonra komşumuz Melahat geldi, ameliyata girişimi falan anlattı bize. Şu anda gerçekten iyi gözüktüğümü, bunu hemen kayıt altına almak gerektiğini söyleyerek açtı kamerasını :)
 
     İlk gece sıkıntısız geçmişti, ilaçlardan dolayı rahat bir uyku olmuştu, ayrıca ağrım da yoktu ve bu iyi bir şeydi. Beslenmem burnumdan takılıp, mideme uzanan NG dedikleri bir hortumla oluyordu. Bu hortumdan belli periyotlarda büyük bir enjektör ile özel bir mama ve su veriliyordu. Bu görev dayıma aitti ve hakkıyla da tamamlamıştır emin olun. Bir kere bile saatini şaşmamış, beni aç bırakmamıştır sağ olsun. Beslenme sonrası kısa yürüyüş yapmamı istediler ve ameliyat sonrası çok önemli bir şeydi. Boğazım açık ve delik olduğu için kuruma riski vardı ve ortamın nemli olması gerekiyordu. Bir yanımda büyük bir alet, diğer yanımda Sinbo marka ufak bir alet vardı. İkisi 7/24 çalışıyor ve odaya buhar verip ortamı nemlendiriyordu. Hatta Sinbo'dan  o kadar memnun kaldık ki daha hastaneden çıkmadan bir tane aldırdım. Dediğim gibi ene büyük sorun boğazımdaki delikti. Bir süre sonra oradan akıntılar ve balgam gelmeye başladı. Nasıl öksürüyorum anlatamam, mümkün değil böyle bir şey. Bir yandan öksürüp bir yandan çıkanları peçete ile tutmaya çalışıyorsun. Alışkanlık ya öksürürken ağzını kapatıyorsun ama arkadaşım delik aşağıda. Çoğu kaçıyor. Hatta öyle bir basınçla bu çıkıyor ki yaklaşık 4 metre uzağımda bulunan duvara kadar kaç kere akıntıları fırlattım inanamazsın. Maalesef dayımda bundan nasibini almıştı, benim öksüreceğimi anlayıp peçeteyi tutmaya çalışırken ben onu baştan aşağı pislik içinde bırakıp gömleğini batırmıştım. Çok iğrenç bir durumda bu ya. Ama 3-4 gün daha bu böyle devam edecekti. Yine yaşadığım bir kötü durum  da vücuduma takılı olan, dirhen dedikleri kan toplama torbalarıydı. Boynunun bir kaç yerinden hortumla bu plastik torbalara gidiyor ve sen de bunlarla yaşıyorsun. Allah'tan 2 gün sonra akıntılar durdu da çıkardılar rahat ettim. Bir kötü şey de takılı olan sondaydı ki onu servise gelir gelmez sökmüşlerdi çok şükür. Sağ olsun doktorum da beni hiç ihmal etmedi, Murat Hocam her gün gelip beni kontrol etti. Onu görünce insanın içi rahatlıyordu, öyle bir güven ve huzur veriyordu ki bana onu gördüysem artık tamamdı, her şey yolundaydı benim için. Annem ve dayım için de öyleydi aslında. Murat Hoca bir gün gelirken onunla beraber Ömer Hoca da gelmişti ki ona da ayrı bir sevinmiştim. 4. gün boynum tamamen açıldı ve her şeyi net olarak görmeye başladım. Dikişlerden dolayı boynumda kalacak olan iz beni düşündürüyordu. Nasıldı, ne olacaktı? Görüntü ise şaka gibiydi. Boynum çanta, dikişler fermuar gibiydi. Işid militanları kafamı kesmeye çalışıp, yarım bırakmış gibiydi. Serserilikte bezim olsa bu görüntüyle kesin alemin kralı ben olurdum. Gören kendine bunu yaptıran bize neler yapar der :) Zamanı gelince bu haldeki dikişler nasıl kapanıp yok oldu şaşırdım tabi aylar sonra. Plastik Cerrah Hakan Hoca'nın dediği kadar varmış Murat Hocam.


 
     Günlük pansumanım yapılıyor, iki çeşit antibiyotik serumla veriliyor, günde 3 defa 2 farklı sıvı buharlaştırılıp maske ile solunuyor bu şekilde tedavi devam ediyordu. Yatarken yine bir kaç kere hayal görmüştüm, yatağımın yanında ufak çocuklar bağırış çağırış oyun oynuyorlardı. Bu hayalden bir kaç gün sonra ise yatakta duramıyordum ve sürekli inip çıkıyordum. Yere çöküp kapıya bakıyormuşum gizlice, böyle tuhaf şeyler. Artık neden nasıl oluyorsa bizimkileri de epey korkutmuşum. Ama genel olarak iyiydim ve keyfim yerindeydi, eski Özkan gitgide geliyordu yine.



     Sanırım 5. günümdü her şey iyice normale dönmeye başlamıştı. Boğazımda ufak bir bandaj vardı sadece. Hatta artık oral beslenmeye de başlamıştım ve bu çok güzel bir durumdu. Şimdilik çorba, ayran, meyve suyu ve muhallebi ile besleniyordum sadece. Bu kadar kısa sürede bu aşamalara gelmek insanı sevindiriyor ve daha da şartlandırıyordu iyileşmeye. Aslında benim derdim hemen iyileşip eşimin yanına gitmek ve doğuma yetişmekti, en büyük motive buydu benim için. Sağ olsunlar ziyaretçiler de hiç bitmiyordu, enfeksiyon riskinden dolayı annem kimseyi odaya almıyordu, her gelen kapıdan el sallıyor, dışarıda bekliyordu. Zavallı annem herkese aynı şeyi defalarca anlatıyordu gün içinde :)
 
 
     Tarih 06 Temmuz Pazartesiyi gösterdiğinde taburcu oldum ve evime gitmek üzere yola çıktım. Şu ana kadar her şey yolundaydı, ameliyatım başarılı geçmişti, hasar azdı. Konuşmam bozuktu zaman içinde biraz düzelecekti. Ama hiç bir zaman eskisi gibi olmayacaktı. Olsun buna da şükür derdimi anlatabiliyordum rahatlıkla. Beslenmem ise sıvı olarak devam edecek, zamanla dilim fonksiyonlarını eski haline aldıkça katı beslenmelere başlayacaktım. Bir süre evde istirahat edecektim ama zaman kaybetmeden de Radyoterapiye başlayacaktım. Ömer Hoca ve Murat Hoca bu şekilde uygun görmüşlerdi. Sonuçta ameliyatta kanserli yerler temizlenmişti ama mikroskobik düzeyde olanlar ve temiz de olsa önlem olarak yapılması gereken alanlar vardı. Buna da başlarız Allah'ın izniyle elbet... Artık eve gitme vakti, dayı çek arabayı eve bitti bu iş :)

16 Şubat 2016 Salı

Eve Geldik Yeni Bir Tarif Verelim de İştahımız Açılsın

     Hoşgeldim evimeeee, tatlı yiyelim, tatlı konuşalım, hemen bir tatlı tarifi verelim. Nefis mi nefis, enfes mi enfes, yerken de, yedikten sonra da ağzımızı ve midemizi bayram yerine çeviren Tel Kadayıf.
 
     Aslında yapımı basit olup, biraz sabır gerektiren bir tatlı, eminim canı çeken herkes rahatlıkla yapabilir. Yeter ki sabırlı ol, tatlının şerbetini doğru zaman ve miktarda ver.
 
     Efendim ne yapıyoruz, Tel kadayıf, tereyağ, pekmez ve fıstığın arasını yapıp, bir daha ayrı gayri olmasın diye iyice dövüp sıkıştırıyoruz. Elimizle yavaş yavaş, kuvvetli kuvvetli bunu yapıyoruz. Hazır olan kadayıfımızı fırına atıp 150 derece pişiriyoruz, pişmesine yakın sadece üst ızgarayı çalıştırıp ısıyı arttırıyoruz ve üzerini kızartıyoruz. Fırından çıkardıktan sonra hafif ılınmasını bekliyoruz ve bu sürede şerbetini hazırlıyoruz. 
     
     Ben çok sulu sevmediğimden 1/1 ölçü kullanıyorum. Bir su bardağı suya bir su bardağı toz şeker ilave edip kaynayana kadar karıştırıp pişiriyorum. Ağız tadına göre içine limon da sıkılabilir. Şerbetimiz de hazır olunca, sıcak vaziyette kadayıfımızın üzerine şerbetini sabırla, yavaş yavaş yediriyoruz. Öyle üzerine boca edip bırakmak olmaz bakın. Etrafından tatlı kaşığı ile şerbeti alıp tatlının üzerinde gezdireceksin. Kenarlarda hiç şerbet kalmayacak, hepsini emdireceksin, sabır bunu gerektirir. Daha sonra tatlımız biraz serinlesin diye buzdolabında dinlendiriyoruz. Çıkarırken arkadaşı dondurmayı da yanımıza alıp başımızın tacı yapıyoruz. En üste de dövülmüş fıstıktan yağmur yağdırıyoruz...
 
     Hadi bakalım afiyet olsun...
 
 
     ÖNEMLİ NOT: Bu tarifi ve tatlıyı çok sevmeme rağmen maalesef üzülerek yazıyorum. Bizler kanser hastasıyız ve uzak durmamız gereken en önemli şeylerden biri de şeker. Bu tür tatlılar yerine az miktarda sütlü tatlı tüketmeyi tercih etmeliyiz. Muhtemelen benim de kansere yakalanmamdaki en büyük etken bu yanlış beslenme. O yüzden bu tatlıyı yapın ama tek çatal tadına bakıp sevdiklerinize ikram edin olur mu? Kalın sağlıcakla...

15 Şubat 2016 Pazartesi

İstirahat Günleri Artık Evdeyim

     Home Sweet Home demiş gavurlar, Türkçe meali "Evim Güzel Evim", gerçekten de öyle. Bir haftalık ayrılıktan sonra 6 Temmuzda evime gelmiştim. Aslında yaklaşık 15 gün sürmesi gereken hastanedeki sürem Allah'ın yardımıyla 7-8 güne kadar inmişti. Biraz gençliğin etkisi, biraz sigara kullanmamam, biraz bünyemin sağlamlığı, biraz da motivasyonum buna neden olmuştu. Hastane de rahattı şimdi yalan söylememek lazım. Odam da iyiydi, doktorlar ve servis hemşireleri de ama ne de olsa ev başka. Hastanede kuş tüyü döşekte yatacağına evine gelip tahta döşekte yat daha rahat edersin.
 
     Evde de sevmem zaten öyle yatak döşek yatmayı, bu yüzden bir yastık alıp kıvrandım televizyonun karşısına. Zaten hava yaz, örtünecek halin yok, şort-atlet üniforman oluyor böyle zamanlarda. Ben de tam anlamıyla öyleydim. Biraz televizyona bak, biraz evde dolan eski defterleri kurcala, biraz terasa çık hava al, bu şekilde zaman geçiyordu. En çok canımı sıkan havuza girememekti. Karşı dairemizin prensesleri Ezgi ve Beste ile alt katın prensesi Nil beni gördüğünde Özkan abi hadi gelmiyor musun? demeyi ihmal etmiyorlardı. 35 yaşından sonra yüzme öğrenmiş olmama rağmen ben de büyük tutku olmuştu. 2012'de oturduğumuz evi alınca havuza aidat ödüyorum ziyan olmasın demiştim, o dönemde omuriliğimde zedelenme de olmuş ve tek ilacı da yüzme olunca hepsi üst üste gelmişti. Site havuzu üstü açık olduğundan kışları da evime yakın olan Ramada Otel'in Spa & Gym & Havuz katına üye olmuştum. Her sabah Safiye işe gittikten sonra 07.15'te havuza gider bir saat yüzerdim. Yüzme sayesinde de bu ameliyatı ve iyileşme sürecini rahat atlattığıma eminim.
 
     Evde yapılması gereken bir önemli iş de, aslında en önemlisi Safiye ile konuşmaktı. Eve gelir gelmez bunu yapmıştım. Nereden başlayıp, nasıl anlatacağımı bilmediğim için bodoslama başladım. Bu ameliyatın aslında bir kanser ameliyatı olduğunu, kanserimin türünü, şu an yapılanları, artık bir tehlike olmadığını, sadece bir önlem olarak radyoterapi uygulanacağını, ondan sonra da dönemsel takipte olup, takip periyotlarının gitgide uzayacağını ama artık dikkatli olmam gerektiğinden bahsettim. Anlayışla karşıladı ve bir şey demedi gözleri dolduğu halde. Ya da ben hala öyle sanıyorum. Ama gerçekten yapabileceğim başka bir şey yoktu. Bu durumda kendimden çok Onu ve bebeğimizi düşünüp, en az üzülecekleri şekilde bilgi vermeliydim. Öyle ya da böyle bu iş bitmiş, artık evdeydim. Bunun üzerine bir daha da hiç konuşmadık zaten. Allah bir daha beni Safiye'ye yalan söylemek zorunda bırakmasın, en çok hala buna üzülürüm.
 
 
         Evde beslenmem de zamanla değişecekti. Annem yoğun çorba ve muhallebi programı uyguluyordu. İlave olarak taburcu olmadan önce ek mama vermişti doktor. Nutricia firmasının 200 ml şişelerinde içinde her şey olan, kalorisi, enerjisi bol, insanı ayakta tutan sıvılardı. Günde 4 tane içiyordum yediklerime ilave olarak. Sonra kullandıkça çeşidi arttırdık, vanilya, çilek ve çikolata aroması çeşitlerini de kullanmaya başladık. Kısa bir süre sonra sıvıya yakın yiyecekler yapmayı denedik ki bunu tüm hasta ve hasta yakınlarına tavsiye ederim. Kahvaltıda domates ve biberi robottan geçirip kaşıkla yedim, zaten her çorbama da robotta çekilmiş bayat ekmek koyuyordum. Hatta biraz abartıp etli biber dolmasını yemeğin suyu ile robotta çekip yemişliğim de vardır. Sadece canın ne istiyor ve bunu sıvıya dönüştürebilir miyim kısmına karar verin. Meyve püresi de aynı şekilde hem besleyici, hem de tat veren bir besindir bunu da hatırlatayım. Marketlerde satılan bebekler için olan hazır püreler var minik kavanozlarda, bunlar da gerçekten çok güzel. Ayrıca eğer bir yere gittiyseniz, dışardaysanız en yakın marketten bunu alıp açlığınızı bastırabilirsiniz.
    
 
           Açıkçası yemek yemeyi çok sevdiğimden beslenme çeşitliliğimi sürekli arttırıp, zorluk seviyesini yukarıya çıkarıyordum. Yapacak başka bir şey de yok. Önemli ve ağır bir ameliyat atlatmışsın ve kanserle mücadele etmişsin. Kendine çok ama çok iyi bakmalısın. Ameliyat ve hastane dönemimde kilo kaybım fazla olmamıştı. Hastaneye yattığımda 86 kilogramdım, eve geldim tartıldım 83 kilogram olmuştum. Bu kadar badire atlatıp 3 kilogram kaybetmek hiç bir şey değildi. O yüzden işim kolay olacaktı, kapatmam gereken kilo açığı yoktu. Taburcu olduktan yaklaşık 20 gün sonra sıvı-katı arasına geçtim ve kahvaltıda omlet yemeye başladım. Kimi zaman sadece yumurta ile kimi zaman da içine kaşar peyniri ve salam ilave ederek, çok pişirmeden yapıp yedim. Yanına yine robotta çekilmiş domates ve salatalık ilave ediyordum, bu arada içine maydanoz da koyun çok faydalı bizim için. Ayrıca sütü de hiç ihmal etmiyordum ve her kahvaltımda içiyordum. Tek kötü tarafı pastörize süt olmasıydı. Kokmayan, temiz köylü sütünü her zaman pastörizeye tercih ederim ama maalesef bulamıyordum.
 
 
     Taburcu olduktan tam bir ay sonraydı en büyük hayalimi yedim. Her Türk erkeği gibi bol soğanlı, yeşillikli, domatesli bir lahmacun en güzel şeydi o an benim için. Tabi eski günlerdeki gibi yemek rahat olmasa da, tadı eski günlerdekinden daha güzel geliyordu şu an bana. Yemek zordu ama Özkan'da çözümler bitmezdi. Dilimin sağ tarafı kesilmişti ama sol taraf sağlamdı, dilimi oynatamıyordum ama ağzıma atıp çiğnedikten sonra bir şekilde sol tarafa atar, oradan da arkaya götürürsem işlem tamamdı, yutar giderdim. İşlev eksikliğinden çiğneyerek çok ufak parçalara gıdaları dönüştüremediğim için tam tersini yapıp çok ufak lokmalar ısırıyordum. Ondan sonra da her evde olan, şu bildiğimiz ahşap bal kaşıkları vardır ya ucu yuvarlak, bal sarılır ona damlamadan rahat akar, işte onun o kısmıyla değil de sapıyla ağzımdan boğazıma yakın bir yere itiyordum. Yaklaşık 5 mm çapında ve 15 cm  civarı bir uzunlukta olduğu için çok rahat oluyordu, ayrıca ahşap olduğu için metal çubuğun kesme ve tahriş ihtimalini de taşımıyordu. Yine bunu tüm hasta ve hasta yakınlarına tavsiye ederim. Yine aynı zamanlarda mönüme kahvaltı ya da akşamüstü çayı yanına yemek için kızarmış hamur eklemiştim. İçine yağlı beyaz peynir koyarak onu da yemeye başlamıştım. Her çeşit arttığında normale daha da yaklaştığımı görüyorum ve şevkim bir kademe daha artıyordu. Tek değişiklik içeceklerde yapmıyordum, sadece çay ve ayrandı. Asitli içecekleri ağzıma sürmedim hala da sürmem. Bu arada ayran ve özellikle yoğurt ağız içi için çok faydalıydı. Sevgili Ömer Hocam beni ne zaman görse bunu söylüyordu, "nasılsın, nasıl gidiyor, yoğurt ye bol bol"

 
     Eve gelen giden ziyaretçi de epey fazlaydı sevenimiz çokmuş. Önce benim için geçmiş olsun ziyaretleri, sonra da bayram olmasından dolayı bayram ziyaretleri derken gelen giden epey oluyordu. Ben de severim geleni gideni iyi moral oluyordu bana. Sağlığım yönünden düşünürsek öyle yorulma falan olmuyordu ama ameliyat sonrası ilk başlarda boğazımdaki delik açıktı ve yavaş yavaş kapanıyordu. Zaten iki günde bir dayımla hastaneye gidiyor ve pansuman yaptırıyorduk. Pansuman her açıldığında gözüm dayımdaydı, dayım da eliyle işaret ediyordu ne kadar kapandığını. Öyle böyle derken  kapandı ve sonunda sargıdan kurtulmuştum yaz sıcağında. Ama ilk başlarda enfeksiyon riski olduğundan gelenlerden uzak duruyordum. Ev büyük olduğu için her geleni yaz da olduğundan hemen terasa alıyorduk, zaten millet de bayılmaz bu havada kapalı yerde oturmaya,  böyle efil efil esen teras duruyorken yukarıda. Gelene hoş geldin beş gittin dedikten sonra kısa bir süre uzaklarında sandalyede oturuyor, masaya geçmiyordum. Sonra da müsaade isteyip odaya geçiyordum. Hasta abilerim, ablalarım, kardeşlerim, sevgili hasta yakınları sizlere sesleniyorum... Önemli olan bizim sağlığımız, o yüzden gelene gidene ayıp olur, ne derler diye düşünmeyin sakın. Az durun, uzakta durun, sarılmayın, tokalaşmayın, öpüşmeyin. Hastanede yatarken de böyle yaptık, sonra evde de böyle yaptık ama çok şükür kimseden bir şey bulaştırmadan hepsini atlattık. Kimileri de ben hasta mıyım ya öyle olsa gelir miyim falan tribine girer boş verin siz onları!
Eee ziyaretçiler akıp duruyor diyordum, kimi komşu, kimi akraba, kimi Safiye'nin akrabası, kimi arkadaş. Hepsinin yeri ayrı ama en çok kimin yeri ayrı? Tabi ki öncelikle Melindam, sonra da kardeşim Hande Elif ve eşi Caner. Sonunda Safiye nöbetleri bitip evden çıkışları serbest olunca hemen gelmişler, ben de eve gelir gelmez onları görüp de rahatlamıştım. Nasıl da özlemişim, hele de sevgi pıtırcığımı :)
 
                              
 

14 Şubat 2016 Pazar

Hoşgeldin Güzel Kızımız Hanzade Sare

     Beklenen büyük gün gelmişti bizim için. Tarih 14 Temmuz 2015 günlerden Salı. Kazasız, belasız gelmiştik bu güne çok şükür. Dile kolay koskoca bir 9 ay, Safiye'nin sağlığı, bebeğin sağlığı, benim sağlığım, hastaneler, ameliyatlar derken süre dolmuş, bebeğimizin doğum günü gelip çatmıştı. Doktorumuzla yaptığımız plana göre hareket edip sabah erkenden hazırdık hastaneye gitmek için. Safiye, annem, ben koyulmuştuk yola. Safiye'nin annesi direkt hastaneye gelecekti.  
 
 
     Hastaneye vardık ki zaten 10 dakika uzaktaydı Akademi Hastanesi evimize. Odamıza geçtik, çantamızı, çıkınımızı ne varsa açtık yerleştik. Sanırsın bir hafta kalıyoruz, annem var ya yanımızda tedbirli kadındır vesselam. Odaya girdik şimdi, tek kalem eşyaya, bir kişiye muhtaç olmadan çıkarır sizi o odadan. Hemşiremiz geldi, gerekli bilgilerini aldı, bir süre sonra da Safiye'yi doğum için hazırlamaya başladılar. Bizden önce acil bir doğum geldiği için yaklaşık 45 dakika bir bekleme olmuştu ama sağlık olsun, vardır bir hayır dedik.  O da aynı benim gibi ameliyat önlüğünü, bonesini giydi ama bu sefer sedyeye yatan da mutluluk vardı. Biraz korku ve endişe vardı ama belli etmiyordu aşkım, derim ya iyi saklar duygularını. Hep beraber doğumhaneye indik ve Safiye'yi kapıdan dualar ve temennilerle uğurladık.
 
     Çok geçmeden doktoru Nuri Bey de geldi, kapıda sarıldık, konuştuk. Sevinmişti beni iyi gördüğüne. Karım önce Allah'a sonra sana emanet Nuri Bey diyerek onu da uğurlamıştık. Yaklaşık 40 dakika sonra kapılar açıldı ve hayatımda gördüğüm en güzel şey gelmişti. Benim güzel, minik kızım dünyadaydı artık. Nasıl güzeldi anlatamam. Allah'ıma şükürler olsun eli yüzü her şeyi düzgün, kusursuz bir bebekti. Kime benziyor derseniz yeni doğum şişliğinden çok belli olmuyor ama babaya sorduğunuza göre bana benziyordu elbet :) Şimdi benim kopyam oldu, sadece gözleri annesine benziyor bu arada. Bebeğimizle ilk tanışmamızdan sonra annem yani babaannesi ve bebek hemşiresi ile kızımızı odalarına uğurladık. Safiye'nin annesi ve ben beklemeye devam ettik, e daha Safiye var içeride. 10 dakika sonra da Safiye geldi. O da çok şükür iyiydi, doğum sorunsuz geçmişti onun için de. Ne güzel bir gündü bugün. Hep beraber odamıza çıktık.
 
     O gece ve ertesi gece hastanede kalacağız, kısmetse 16 Temmuz Perşembe taburcu olacaktık. Sorunsuz iki günümüzü geçirdik. Bebeğimizin emmesinde de sorun yoktu, Safiye'nin sağlık durumunda da. Hatta bu arada fırsat bilip bebek ziyaretine gitmiştim. Alt katımızda oturan Zakire & Özkan çiftinin güzel bebekleri Ege gelmişti dünyaya bir gün önce. Kızımızın bir gün büyük abisiydi yani :)
Gece Safiye ile annelerimiz kalmıştı, ben ilk gece Hande de, sonraki gece bırakıp gidememiş arabada yatmıştım.


     İki gün zarfında da dostlarımız bizi yalnız bırakmamıştı. Doğum esnasında dayım zaten yanımdaydı. İlk ziyaretçimiz kızımın manevi halası sevgili Ayşe Şener, hatta sonradan öğrendim kızımın ilk altını alan, bezini değiştiren o olmuş. Bizim anneler eski toprak anlamaz tabi hazır bezden, sağ olsun Ayşe halletmiş hemen, bir de ders vermiş bizimkilere :) Sonra Kardeşim Hande, eşi Caner ve Melinda ziyaretçi; Safiye'nin kız kardeşi Serap ve eşi Selim; benim için çok değerli iki dost, ileri de uzun uzun bahsedeceğim Şükriye ve Ahmet Mert çifti, Ahmet bu arada kızımın amcasıdır benim için; çocukluk arkadaşım, eski dost, sağdıcım Serhat, eşi Aylin ve zehir akıl oğulları Baturalp Berdan; meşhur ortağım Uğur ve eşi Fatoş Merdan ve daha şimdi aklıma gelmeyen dost ve akraba, umarım bana gücenmezler hatırlayamadım diye.
 
     Perşembe günü oldu ve doktor kontrollerinden sonra taburcu olduk. Hayırlısıyla artık evimize gidiyorduk. 2 kişi geldik, 3 kişi gidiyorduk ama :)

13 Şubat 2016 Cumartesi

Radyoterapi Tedavisi ve Sancılı Günler

     Bu yola çıktığımdan beri radyoterapi tedavisi alacağım belliydi. Murat Hocam ameliyat sonrası ne olur ne olmaz diyerek, mikroskobik düzeyde kalabilecek kanserli hücrelerin temizlenmesi için bu kararı vermişti. Bir süre dinlenip, kendimi toplamamı istemişti. Ameliyatın üzerinden bir ay geçmişti, 24 Temmuz tarihinde KBB polikliniğinde yapılan konseye gelmem istendi. Murat Hocam, asistanları, Radyasyon Onkoloji doktorları ve konseyin diğer doktorlarıyla durumum tekrar gözden geçirildi ve radyoterapiye başlamama karar verildi. Dr. Erdem Sezgin gerekli evraklarımı hazırladı ve sevkimi yaptı.
 
     Konsey cuma günü olduğundan vakit kaybetmeden önümüzdeki hafta için randevu aldık hemen. Pazartesi günü dayımla beraber doktorumuza gittik. Doktorumuz Prof. Dr. Görkem Aksu idi, kendisi Radyasyon Onkoloji'nin Ana Bilim Dalı Başkanı'ydı, aynı anda kendisi hastanenin başhekim yardımcısıydı. Yani etikete baktığında doğru yerdeydim :) Öğleden sonra olan randevumuza gecikmeden gittik ve Görkem Hoca bizi odasına kabul etti. Öncelikle Ömer Hocamın selamını söylemeyi ihmal etmedim. Görkem Hoca son derece nazik, alçak gönüllü, işini bilen tam bir profesyoneldi. Tedavi sürecinin neresinde olduğumu, bu sürecin nasıl devam edeceğini, tedavi sonrası nerede olmayı hedeflediğimizi, tedavinin yan etkilerini ve bunlarla nasıl baş edeceğimi, hepsini anlattı bize. Sağ olsun dayım bir dinleyip bir tekrar ettiği için hiç bir şeyi kaçırmadık, kafamızda şüpheli bir durum kalmadı.
 
     Görkem Hoca radyoterapi uygulamasının yapılacağı sekreterliği aradı ve benim hastası olduğumuz, 33 seanslık tedavi yapılacağını ve tedavini planlanmasını istediğini söyledi. Alt kata inip Derya Hanım'ı bulduk. Bilgisinin olduğunu, önümüzdeki hafta çizim için beni çağıracaklarını söyledi.  Çizim dedikleri olay ise bir çeşit tomografiye benziyor. Uygulama yapılacak olan alan aynen tedavi sırasındaymış gibi bir hale getiriliyor. Başımı oynatmamam için de bir maske takılıyor ki bu maske herkes için özel yapılıyor. Daha sonra uzman doktorun yaptığı planlamaya göre bu maske üzerinde ışınların geleceği noktalar işaretleniyordu. Önümüzdeki hafta aradılar ve dayımla gittik. Cihaza sırt üstü yatmamı istediler, ameliyattan dolayı dilime tam hükmedemediğimden dil arkaya gidiyor ve nefes alamıyordum. Ne yapsam olmuyordu ki bu tedavi yaklaşık 30 dakika sürüyor. Bir kaç denemeden sonra bunun olmayacağını teknisyen arkadaşlar da anladı. Ancak bir tanesinin aklına parlak bir fikir geldi ve işin tam tersini yapmamızı, benim yüzüstü yatmam halinde de bunun olabileceğini söyledi. Yüzüstü konuma geldim, maskemi ters yönden yaptılar ve işaretlemeleri bitirdiler. Tedavi sırasında olduğumu, önümüzdeki hafta tedavinin başlayacağını söylediler. Teşekkür ederek dayımla ayrıldık.

 
     Ağustos ayının başıydı, ayın 12'si falan tedavim başladı. Akşam saat 19.00 için planlanmıştı. Tedaviler sabah 08.00'de başlıyor ve sabah 03.00'e kadar devam ediyordu, yoğunluğu düşünün artık. Dayım beni evden aldı ve tedavi saatinde yerimizde hazırdık. Ancak üstünden bir saat geçmiş olmasına rağmen bir türlü bana sıra gelmiyordu. Sonradan bunu çok yaşayacağım, makinanın ara ara böyle bozulduğunu ve tedavilerin sarktığını öğrendim. Bu rötar bazen 7-8 saati buluyormuş. Tam şaka gibi bir durumdu ama yapacak bir şey yoktu.  Ben hasta, makine burada, mecbur bekleyeceksin. Dayımla çene çalıp, televizyona bakıp, hastane bahçesinde oturup zamanı dolduruyorduk bir şekilde.  

     Bir hafta bu şekilde devam etmişti. Daha sonra dayım evde tadilat ile uğraşmaya başladığı için annemle tedaviye gelmeye başladık. Onunla da yapılan, sistem aynıydı. Neredeyse her gün bir saatlik rötar oluyordu, hatta ikinci hafta gece yarısına kalmıştık bir kere. Hadi bizim evimiz yakındı ama ya uzaktan gelenler... Kandıra, Karamürsel, Gölcük'ten halk otobüsü ile gelenler vardı. Yalova ve Düzce'den her gün gidip gelenler vardı zaman geçtikçe öğrendim. Yazık insanlara gerçekten, çoğu yaşlı ve haliyle hepsi hastaydı. Tedavinin 10. seansı sıralarında mide bulantısı başladı ama Görkem Hoca bunun psikolojik olduğunu söyledi. Henüz tedavinin faydasını da, zararını da görecek kadar ışın almamıştım. Yine de bir mide bulantısı hapı verdi bana ve kullanmamı söyledi. 1-2 gün kullanıp sonra bıraktım ve gerçekten psikolojik olduğunu gördüm, bulantı falan yoktu bende.

     İkinci yat etkiyi 15. seans sıralarında gördüm ve bu benim için epey yıkıcı olmuştu. Sabah yüzümü yıkarken elime gelen bir avuç sakal şaka gibiydi. Top sakalım vardı ve çok severdim, çok da yakışırdı bana herkes öyle söyler sırf ben değil. Ama yapacak bir şey yoktu ve sakallarım dökülmeye başlamıştı, her elimi attığımda bir tutam elime geliyordu, yolunmuş kaz gibi olmuştu suratım. Bu şekilde daha çok moralimi bozmamak için vakit kaybetmeden kuaförüm Metin'e gittim. Hemen sakalımı tamamen kestirdim. Metin saçımın arkasını da gördüğü için bir kara haber de o verdi bana, ensemin üst tarafında bulunan saçlar da dökülüyordu. Zaten olay şu, nereye ışın alıyorsan oranın tüyleri dökülüyordu. Bir nevi lazer epilasyondu ama bu daha hızlı ve kesin sonuçlusuydu. Metin sağ olsun işinin fazlasıyla erbabı olduğundan hemen saçımı modelledi, dökülen yerleri sıfıra yakın yaptı, üstlere doğru numarayı arttırdı falan değil günü haftayı ayı kurtardı. Gerçekten moralim çok bozulmuştu bu duruma. Kimi doktora göre tekrar çıkacak, kimine göre de bir daha çıkmayacaktı. Bu arada tedavi biteli 6 ay oldu ve çıkmadı, çıkmaz diyen doktorlar haklıymış. Ayrıca güneş ışınlarının yakıcı etkisine karşı dikkatli olmalıydım, o yüzden bildiğin Mazhar Alanson'a dönmüştüm ve "şapkasız çıkmam abi" felsefem olmuştu.

 
 


     Ben yat etkinin bendeki etkilerini düşünüp hayıflanırken esas yan etki belirmeye başladı ve zaman içinde saçın sakalın bir öneminin olmadığını gösterdi bana açıkçası. Boğazımda ve ağız içinde yaralar çıkmaya başlamıştı. Tedbir için verdikleri ilaçlar vardı, sürekli kullanıyordum ya da karbonatlı gargarayı ihmal etmiyordum ama demek bir yere kadarmış, yaralar başladı. İşin kötü tarafı ise çok hızlı ilerliyordu. Tedavinin ortalarına kadar beslenme sıkıntım yoktu, katı-sıvı bir şekilde azimle kendimi doyurup kilomu koruyordum. Ama şimdi beslenme tamamen değişmişti. Acıdan dolayı tabağa bir çorba koyup kaşıkla yavaş yavaş yiyemiyordun. Soğuk suyla hafif ılıtıp su bardağına koyup bir seferde içmeye çalışıyordum. Böylece acıyı tek sefer yaşıyordum, aynı şekilde ayran ya da sulandırılmış yoğurdu, hatta suyu bile bu şekilde içiyordum. Ama çektiğim acı anlatılacak gibi değildi ve günden güne artıyordu. Tarif edemem ya, yemin ederim tarif edemem ben bu acıyı. Bir yudum su içip acı içinde yerlerde 5-6 dakika kıvrandınız mı hiç? Ben aynen böyleydim, gözümden yaş geliyordu artık ne yapacağımı bilemiyordum. Ben bu durumda olunca, beni gördükçe, annem, Safiye, Hande de kahroluyordu, onlar da içten içe bu acıyı yaşıyordu. Hatta küçük Melinda'mız bile bana üzülüyor, gelip yanağımı seviyor, kendince bir şeyler söylüyordu bana. O kadar acı çekiyordum ki tedavi sırasında acılara dayanamayıp intihar eden kanser hastalarını düşünüyordum haklılar diye. Moralim sıfır, savunmam yerlerdeydi ilk defa. İlk defa bu kadar dibe vurmuştum bu hastalıkla mücadele ederken ve bunun farkındaydım. Kendim toplamalı, moralimi yükseltmeliydim. Biliyordum ki moral düştü mü kanser yanındaydı, damarındaki kandan daha yakındı sana.

     Ağrılara dayanamayacak halde, bitkin bir vaziyette hastanede gezinirken ameliyatımı yapan Murat Hoca'mla karşılaştık. Halimi görünce anladı zaten her şeyi, ben dedi arkadaşlarla görüşeyim, anesteziciler ağrı bantı takar sana rahatlarsın dedi. Zahmet etme Hocam ben bakar bulurum diyerek kendisinden detayları almıştım. Hastanenin ağrı polikliniği diye bir birimi vardı, kronik ağrıları yatıştıran ya da kanserli hastaların ağrılarını dindiren bir yerdi. Pazartesi ve perşembeleri muayene vardı. Hemen randevu almak istedim ama doluydu, sonra sağ olsun anestezi teknikeri arkadaşımız Varol arada bir boşluk buldu ve randevu aldı bana. Perşembe günü gittim anlattım derdimi, daha doğrusu ben genelde hebe hebe dedim, yanımda dayım anlattı derdimi. Dinledi asistan arkadaş, hocamla görüşeyim siz dışarda bekleyin dedi. Yarım saat sonra tekrar çağırdı ve reçetemi verdi. Contramal 100 mg ve Lyrica diye iki hap vermişti. Birini 8 saat, diğerini 12 saat arayla alacaktım. Eve gidip hemen başladım. O gün pek bir şey anlamasam da ertesi gün ağrılarım belirgin şekilde azalmıştı. Boğaz yanmalarından bahsetmiyorum ama sadece ağrım azalmıştı. Hapların da elbet bir yan etkisi vardı, bunların da uyku ve hafif hayal görmelerdi. İçiyordum hapı uyukluyordum. Ne hayaller ne hayaller. Uyurken aniden fırlayıp çıkarmışım çorapları, başlamışım paçaları kolları sıvamaya, bizimkiler korkmuş, Özkan ne oluyor? Nasıl ne oluyor cuma vakti geldi, abdest alıyorum. Şaka gibi... Yine uyurken başlamışım konuşmaya, hobaaaa, Özkan ne oldu? Börek geldi, börek, hem de ıspanaklı... Ve daha hatırlayamadığım bir yığın bu şekilde olay.

     Bunun dışında da oluşan yan etki vardı ama bu kadar beni ne düşündürüyor, ne de rahatsız ediyordu. Işın aldığım yerdeki deriler bildiğin güneş yanığı gibi oluyordu. Bundan da zaten Görkem Hoca bahsetmişti. Aynı güneş yanığı gibi olduğu için deri geriliyor ve acı veriyordu. Tek farkı güneş yanığı geçiyordu bu sürekli yinelendiği için geçmiyor, daha çok ilerliyordu. İş cildiye ile ilgili olunca hemen cankurtaranım Dilek Hocam'a gittim tabi, hemen muayene etti beni ve bir krem verdi, "sür bunu Özkan rahatlarsın, cildini yeniler" dedi. Hemen alıp kullanmaya başladım ve rahatlamıştım. Bu arada tedavi süresince benim saat sürekli değişiyordu. Akşam 19 diye başlamıştık, bir süre böyle gitti, sonra yer boşalınca sağ olsun İdris diye bir teknisyen arkadaş beni sabah 09.00'a aldı ki bu en güzeliydi, sabah sabah gelip işini bitiriyorsun, gün sana kalıyordu. Ama akşam öyle değildi, ha şimdi gidiyorum, ha şimdi saat geldi derken stres oluyordum. Sonra benim tedavi gördüğüm makine bozuldu ve iki makinanın hastaları birleştirildi, bana gece 00.00 dediler, yalvar yakar yine akşama aldırdım. Bu şekilde değişti durdu sürekli saatler.

                       


     Acılar içinde, bir şekilde sonuna gelmiştim tedavinin ama. 33 seans tamamlanmış ve Radyasyon Onkoloji Ana Bilim Dalı Yüzüstü Radyoterapi Görme Fakültesi'nden mezun olmuştum. Şaka bir yana ben ne askerden terhis olduğuma ne de üniversiteden mezun olduğuma bu tedavinin bitmesi kadar sevinmemiştim. Son seansı da şansıma ilk seansı ve çizimi yapan teknisyen Mehmet Bey yapmıştı. Onunla da son bir anı fotoğrafı çekilip bir daha bu yere dönmemek üzere veda edip ayrıldım.