13 Şubat 2016 Cumartesi

Radyoterapi Tedavisi ve Sancılı Günler

     Bu yola çıktığımdan beri radyoterapi tedavisi alacağım belliydi. Murat Hocam ameliyat sonrası ne olur ne olmaz diyerek, mikroskobik düzeyde kalabilecek kanserli hücrelerin temizlenmesi için bu kararı vermişti. Bir süre dinlenip, kendimi toplamamı istemişti. Ameliyatın üzerinden bir ay geçmişti, 24 Temmuz tarihinde KBB polikliniğinde yapılan konseye gelmem istendi. Murat Hocam, asistanları, Radyasyon Onkoloji doktorları ve konseyin diğer doktorlarıyla durumum tekrar gözden geçirildi ve radyoterapiye başlamama karar verildi. Dr. Erdem Sezgin gerekli evraklarımı hazırladı ve sevkimi yaptı.
 
     Konsey cuma günü olduğundan vakit kaybetmeden önümüzdeki hafta için randevu aldık hemen. Pazartesi günü dayımla beraber doktorumuza gittik. Doktorumuz Prof. Dr. Görkem Aksu idi, kendisi Radyasyon Onkoloji'nin Ana Bilim Dalı Başkanı'ydı, aynı anda kendisi hastanenin başhekim yardımcısıydı. Yani etikete baktığında doğru yerdeydim :) Öğleden sonra olan randevumuza gecikmeden gittik ve Görkem Hoca bizi odasına kabul etti. Öncelikle Ömer Hocamın selamını söylemeyi ihmal etmedim. Görkem Hoca son derece nazik, alçak gönüllü, işini bilen tam bir profesyoneldi. Tedavi sürecinin neresinde olduğumu, bu sürecin nasıl devam edeceğini, tedavi sonrası nerede olmayı hedeflediğimizi, tedavinin yan etkilerini ve bunlarla nasıl baş edeceğimi, hepsini anlattı bize. Sağ olsun dayım bir dinleyip bir tekrar ettiği için hiç bir şeyi kaçırmadık, kafamızda şüpheli bir durum kalmadı.
 
     Görkem Hoca radyoterapi uygulamasının yapılacağı sekreterliği aradı ve benim hastası olduğumuz, 33 seanslık tedavi yapılacağını ve tedavini planlanmasını istediğini söyledi. Alt kata inip Derya Hanım'ı bulduk. Bilgisinin olduğunu, önümüzdeki hafta çizim için beni çağıracaklarını söyledi.  Çizim dedikleri olay ise bir çeşit tomografiye benziyor. Uygulama yapılacak olan alan aynen tedavi sırasındaymış gibi bir hale getiriliyor. Başımı oynatmamam için de bir maske takılıyor ki bu maske herkes için özel yapılıyor. Daha sonra uzman doktorun yaptığı planlamaya göre bu maske üzerinde ışınların geleceği noktalar işaretleniyordu. Önümüzdeki hafta aradılar ve dayımla gittik. Cihaza sırt üstü yatmamı istediler, ameliyattan dolayı dilime tam hükmedemediğimden dil arkaya gidiyor ve nefes alamıyordum. Ne yapsam olmuyordu ki bu tedavi yaklaşık 30 dakika sürüyor. Bir kaç denemeden sonra bunun olmayacağını teknisyen arkadaşlar da anladı. Ancak bir tanesinin aklına parlak bir fikir geldi ve işin tam tersini yapmamızı, benim yüzüstü yatmam halinde de bunun olabileceğini söyledi. Yüzüstü konuma geldim, maskemi ters yönden yaptılar ve işaretlemeleri bitirdiler. Tedavi sırasında olduğumu, önümüzdeki hafta tedavinin başlayacağını söylediler. Teşekkür ederek dayımla ayrıldık.

 
     Ağustos ayının başıydı, ayın 12'si falan tedavim başladı. Akşam saat 19.00 için planlanmıştı. Tedaviler sabah 08.00'de başlıyor ve sabah 03.00'e kadar devam ediyordu, yoğunluğu düşünün artık. Dayım beni evden aldı ve tedavi saatinde yerimizde hazırdık. Ancak üstünden bir saat geçmiş olmasına rağmen bir türlü bana sıra gelmiyordu. Sonradan bunu çok yaşayacağım, makinanın ara ara böyle bozulduğunu ve tedavilerin sarktığını öğrendim. Bu rötar bazen 7-8 saati buluyormuş. Tam şaka gibi bir durumdu ama yapacak bir şey yoktu.  Ben hasta, makine burada, mecbur bekleyeceksin. Dayımla çene çalıp, televizyona bakıp, hastane bahçesinde oturup zamanı dolduruyorduk bir şekilde.  

     Bir hafta bu şekilde devam etmişti. Daha sonra dayım evde tadilat ile uğraşmaya başladığı için annemle tedaviye gelmeye başladık. Onunla da yapılan, sistem aynıydı. Neredeyse her gün bir saatlik rötar oluyordu, hatta ikinci hafta gece yarısına kalmıştık bir kere. Hadi bizim evimiz yakındı ama ya uzaktan gelenler... Kandıra, Karamürsel, Gölcük'ten halk otobüsü ile gelenler vardı. Yalova ve Düzce'den her gün gidip gelenler vardı zaman geçtikçe öğrendim. Yazık insanlara gerçekten, çoğu yaşlı ve haliyle hepsi hastaydı. Tedavinin 10. seansı sıralarında mide bulantısı başladı ama Görkem Hoca bunun psikolojik olduğunu söyledi. Henüz tedavinin faydasını da, zararını da görecek kadar ışın almamıştım. Yine de bir mide bulantısı hapı verdi bana ve kullanmamı söyledi. 1-2 gün kullanıp sonra bıraktım ve gerçekten psikolojik olduğunu gördüm, bulantı falan yoktu bende.

     İkinci yat etkiyi 15. seans sıralarında gördüm ve bu benim için epey yıkıcı olmuştu. Sabah yüzümü yıkarken elime gelen bir avuç sakal şaka gibiydi. Top sakalım vardı ve çok severdim, çok da yakışırdı bana herkes öyle söyler sırf ben değil. Ama yapacak bir şey yoktu ve sakallarım dökülmeye başlamıştı, her elimi attığımda bir tutam elime geliyordu, yolunmuş kaz gibi olmuştu suratım. Bu şekilde daha çok moralimi bozmamak için vakit kaybetmeden kuaförüm Metin'e gittim. Hemen sakalımı tamamen kestirdim. Metin saçımın arkasını da gördüğü için bir kara haber de o verdi bana, ensemin üst tarafında bulunan saçlar da dökülüyordu. Zaten olay şu, nereye ışın alıyorsan oranın tüyleri dökülüyordu. Bir nevi lazer epilasyondu ama bu daha hızlı ve kesin sonuçlusuydu. Metin sağ olsun işinin fazlasıyla erbabı olduğundan hemen saçımı modelledi, dökülen yerleri sıfıra yakın yaptı, üstlere doğru numarayı arttırdı falan değil günü haftayı ayı kurtardı. Gerçekten moralim çok bozulmuştu bu duruma. Kimi doktora göre tekrar çıkacak, kimine göre de bir daha çıkmayacaktı. Bu arada tedavi biteli 6 ay oldu ve çıkmadı, çıkmaz diyen doktorlar haklıymış. Ayrıca güneş ışınlarının yakıcı etkisine karşı dikkatli olmalıydım, o yüzden bildiğin Mazhar Alanson'a dönmüştüm ve "şapkasız çıkmam abi" felsefem olmuştu.

 
 


     Ben yat etkinin bendeki etkilerini düşünüp hayıflanırken esas yan etki belirmeye başladı ve zaman içinde saçın sakalın bir öneminin olmadığını gösterdi bana açıkçası. Boğazımda ve ağız içinde yaralar çıkmaya başlamıştı. Tedbir için verdikleri ilaçlar vardı, sürekli kullanıyordum ya da karbonatlı gargarayı ihmal etmiyordum ama demek bir yere kadarmış, yaralar başladı. İşin kötü tarafı ise çok hızlı ilerliyordu. Tedavinin ortalarına kadar beslenme sıkıntım yoktu, katı-sıvı bir şekilde azimle kendimi doyurup kilomu koruyordum. Ama şimdi beslenme tamamen değişmişti. Acıdan dolayı tabağa bir çorba koyup kaşıkla yavaş yavaş yiyemiyordun. Soğuk suyla hafif ılıtıp su bardağına koyup bir seferde içmeye çalışıyordum. Böylece acıyı tek sefer yaşıyordum, aynı şekilde ayran ya da sulandırılmış yoğurdu, hatta suyu bile bu şekilde içiyordum. Ama çektiğim acı anlatılacak gibi değildi ve günden güne artıyordu. Tarif edemem ya, yemin ederim tarif edemem ben bu acıyı. Bir yudum su içip acı içinde yerlerde 5-6 dakika kıvrandınız mı hiç? Ben aynen böyleydim, gözümden yaş geliyordu artık ne yapacağımı bilemiyordum. Ben bu durumda olunca, beni gördükçe, annem, Safiye, Hande de kahroluyordu, onlar da içten içe bu acıyı yaşıyordu. Hatta küçük Melinda'mız bile bana üzülüyor, gelip yanağımı seviyor, kendince bir şeyler söylüyordu bana. O kadar acı çekiyordum ki tedavi sırasında acılara dayanamayıp intihar eden kanser hastalarını düşünüyordum haklılar diye. Moralim sıfır, savunmam yerlerdeydi ilk defa. İlk defa bu kadar dibe vurmuştum bu hastalıkla mücadele ederken ve bunun farkındaydım. Kendim toplamalı, moralimi yükseltmeliydim. Biliyordum ki moral düştü mü kanser yanındaydı, damarındaki kandan daha yakındı sana.

     Ağrılara dayanamayacak halde, bitkin bir vaziyette hastanede gezinirken ameliyatımı yapan Murat Hoca'mla karşılaştık. Halimi görünce anladı zaten her şeyi, ben dedi arkadaşlarla görüşeyim, anesteziciler ağrı bantı takar sana rahatlarsın dedi. Zahmet etme Hocam ben bakar bulurum diyerek kendisinden detayları almıştım. Hastanenin ağrı polikliniği diye bir birimi vardı, kronik ağrıları yatıştıran ya da kanserli hastaların ağrılarını dindiren bir yerdi. Pazartesi ve perşembeleri muayene vardı. Hemen randevu almak istedim ama doluydu, sonra sağ olsun anestezi teknikeri arkadaşımız Varol arada bir boşluk buldu ve randevu aldı bana. Perşembe günü gittim anlattım derdimi, daha doğrusu ben genelde hebe hebe dedim, yanımda dayım anlattı derdimi. Dinledi asistan arkadaş, hocamla görüşeyim siz dışarda bekleyin dedi. Yarım saat sonra tekrar çağırdı ve reçetemi verdi. Contramal 100 mg ve Lyrica diye iki hap vermişti. Birini 8 saat, diğerini 12 saat arayla alacaktım. Eve gidip hemen başladım. O gün pek bir şey anlamasam da ertesi gün ağrılarım belirgin şekilde azalmıştı. Boğaz yanmalarından bahsetmiyorum ama sadece ağrım azalmıştı. Hapların da elbet bir yan etkisi vardı, bunların da uyku ve hafif hayal görmelerdi. İçiyordum hapı uyukluyordum. Ne hayaller ne hayaller. Uyurken aniden fırlayıp çıkarmışım çorapları, başlamışım paçaları kolları sıvamaya, bizimkiler korkmuş, Özkan ne oluyor? Nasıl ne oluyor cuma vakti geldi, abdest alıyorum. Şaka gibi... Yine uyurken başlamışım konuşmaya, hobaaaa, Özkan ne oldu? Börek geldi, börek, hem de ıspanaklı... Ve daha hatırlayamadığım bir yığın bu şekilde olay.

     Bunun dışında da oluşan yan etki vardı ama bu kadar beni ne düşündürüyor, ne de rahatsız ediyordu. Işın aldığım yerdeki deriler bildiğin güneş yanığı gibi oluyordu. Bundan da zaten Görkem Hoca bahsetmişti. Aynı güneş yanığı gibi olduğu için deri geriliyor ve acı veriyordu. Tek farkı güneş yanığı geçiyordu bu sürekli yinelendiği için geçmiyor, daha çok ilerliyordu. İş cildiye ile ilgili olunca hemen cankurtaranım Dilek Hocam'a gittim tabi, hemen muayene etti beni ve bir krem verdi, "sür bunu Özkan rahatlarsın, cildini yeniler" dedi. Hemen alıp kullanmaya başladım ve rahatlamıştım. Bu arada tedavi süresince benim saat sürekli değişiyordu. Akşam 19 diye başlamıştık, bir süre böyle gitti, sonra yer boşalınca sağ olsun İdris diye bir teknisyen arkadaş beni sabah 09.00'a aldı ki bu en güzeliydi, sabah sabah gelip işini bitiriyorsun, gün sana kalıyordu. Ama akşam öyle değildi, ha şimdi gidiyorum, ha şimdi saat geldi derken stres oluyordum. Sonra benim tedavi gördüğüm makine bozuldu ve iki makinanın hastaları birleştirildi, bana gece 00.00 dediler, yalvar yakar yine akşama aldırdım. Bu şekilde değişti durdu sürekli saatler.

                       


     Acılar içinde, bir şekilde sonuna gelmiştim tedavinin ama. 33 seans tamamlanmış ve Radyasyon Onkoloji Ana Bilim Dalı Yüzüstü Radyoterapi Görme Fakültesi'nden mezun olmuştum. Şaka bir yana ben ne askerden terhis olduğuma ne de üniversiteden mezun olduğuma bu tedavinin bitmesi kadar sevinmemiştim. Son seansı da şansıma ilk seansı ve çizimi yapan teknisyen Mehmet Bey yapmıştı. Onunla da son bir anı fotoğrafı çekilip bir daha bu yere dönmemek üzere veda edip ayrıldım.  

 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder