Şarkılar, türkülerle ameliyathaneye girdim ben kalanını dışardakiler düşünsün. Derler ya sedyede yatana mı daha zor yoksa dışarıda bekleyene mi. Bence dışarıda bekleyene. Sen sedyede yatıyorsun ve anestezi altındasın, zaman ve mekan kavramın yok, sadece operasyonun bitmesini ve ayıltılmayı bekliyorsun farkında olmadan. Ama ya dışardakiler? Canından, kanından olanlar ya da onlar kadar sana yakın olanlar. Eline kıymık batsa dünyayı ayağa kaldıracak annenin oğlu bıçaklar altında, sana kıyamayan eşinin, kardeşinin bir tanesi yatıyor öyle ama yapacak bir şey yok. Yapacak tek şey dua etmek ve her şeyin iyi geçmesini ummak. Aslında yatana da zor tarafı var, bakın şöyle. Sedyeye yatmış gidiyorsun sonunu bilmeden. Bu tür ameliyatlarda ölümle sonuçlanan, sedyede kalan yok ama ne demiş atalarımız "ecel geldi cihane, baş ağrısı bahane". Belki de herkesi son kez gördün, konuştun ve bir daha bu olmayacak. En kötüsü de sen bunu bilmiyorsun, öldüğünü bile bilmeyecek, anlamayacaksın. Sonunun son olduğunu bilmeyeceksin. Gerçekten tuhaf bir durum.
Ameliyathane önünde beklemek yasak, bizler severiz beklemeyi ya. İçeriden gelecek bir haber, bir yüz umuduyla kapıda ağaç oluruz. Yaptığımızın yersiz olduğunu bilsek de böyleyizdir biz, Made In Turkey :) Bu yüzden giriş katındaki bekleme alanına oturup 40" televizyonlarda ameliyat bilgi ekranına bakıp bekliyorsun. Hasta kim, saat kaçta girdi ameliyata, ameliyat ne aşamada, kısaca böyle bilgiler var. Kimileri bir bakıp geçiyor, kimileri de at yarışına bakar gibi gözünü kırpmadan ekrana bakıyor. Muhtemelen gözler ekranda, akıl içerdekinde ya neyse, hepimiz aynıyız ama rengimiz farklı işte.
Sevenler de gelmiş sağ olsunlar benden bir haber almak umuduyla, kimler yok ki. Tabi ben bunları hep sonradan öğreniyorum. Kemik kadro annem ve dayım zaten bekliyorlar; lise ve üniversiteden arkadaşım olan, kardeşim dediğim sevgili Ayşe Köroğlu Şener var, Özdilek yıllarında beraber çalıştığımız Mustafa Meşe var ki bu ikisi de İstanbul da yaşıyorlar, kalkıp gelmişler yanımızda olmak için. Patronum, abim Ahmet Çepni. Karşı komşumuz Ayşe & Murat Aytaç, onlar da beni çok seven dünyalar tatlısı iki kızları Ezgi ve Beste'yi kandırıp gelmişler ki benim hasta olmama çok üzülür çünkü minik kalpleri. Daha beraber hiç bir iş yapamamış olsak da 20 yıllık ortağım olan sevgili Uğur Merdan. Amcam Atakan ve eşi Kamuran, kızı Banu ve eşi Selahattin. Ve daha şu an hatırlayamadığım bir yığın insan. Kafeteryanın yarısını loca yapıp 8 saatliğine kapatmışlar :) En önemli iki kişi yok, eşim Safiye ve kardeşim Hande Elif onlar da evden alıyorlar haberi. Aslında en zor da onlara olmuştur. Eşim bir yalana inanıp oraya gelemiyor, kardeşim eşimin yanında kaldığı için gelemiyor, elleri ve kulakları telefonda sürekli bir haber bekliyorlar. Allahtan zaman zaman bir şekilde tanıdık vasıtalarıyla içerden her şeyin yolunda olduğu ile ilgili haberler gelmiş de bekleyenler ufak da olsa rahatlamışlar.
İşin bir de manevi boyutu vardı yaşanılan. Annem namazında niyazında bir insandır, her ne kadar 40 yaşından sonra hak yolunu bulsa da tam anlamıyla eksiksiz yapmıştır vazifelerini, esas dönüm 60 yaşından sonra Kur'an okumayı öğrenmesi ve üstüne de tecvitli okumayı öğrenmesidir. Hal böyle olunca çevresi de ona göreydi. Kur'an kursundan arkadaşları, bu tür etkinliklerden arkadaşları çok olup benim ameliyatı duyunca hepsi başlamış dualar, Yasin-i Şerif'ler okumaya, okutmaya. Öyle 1-2 tane de değil, kimi günler önceden başlamış okumaya 100 tane bağışlamış; kimi ameliyata ben girerken başlamış, ameliyattan çıktı haberi gelene kadar okumuş. Hatta biri İstanbul'dan bir Kur'an kursunun hatim töreninde dua ettirmiş. Bir de benim kefere arkadaşlarım var ki onlar ayrı hikaye, sonradan öğreniyorum tabi bunları. Facebook üzerinden grup kurup haberleri paylaşmışlar. Arada yazdıkları da " Kardeşim hepimiz senin için dua ediyoruz ve eminiz ki dualarımız kabul olacak. Çünkü biz Allah'ı meşgul etmeyen, ayda yılda bir dua eden insanlarız, istek az olunca kabul olma ihtimali de epey artıyor" şeklindeydi. Ne diyeyim ben bu adamlara, haklı gibiler :)
Saatler geçip, sıkıntılı bir bekleyişten sonra, 8 saat dolmak üzereyken annem ve dayım ameliyathane kapısında beklemeye başlamışlar artık. Sonunda güvenliğin sesi duyulmuş, "katı boşaltıııın" ve ben sedye ile çıkmışım. Her yerim örtülü, başım ve boynum sarılı, yüzümün az bir kısmı gözüküyormuş, enfeksiyon riskinden dolayı her yeri boşaltıp hızlı hareket etmeleri gerekiyormuş personelin. Doğru yoğun bakıma. Bir süre sonra Murat Hoca ve ekibi çıkmış kapıdan, merak içinde bekleyen annem ve dayıma haberi vermiş, "merak etmeyin, her şey iyi geçti" bizimkilerin rahatlaması ve sakinleşmesi sonrası da kısaca ameliyattan bahsetmiş. En korktuğumuz şey dilimin kaybıydı ama 1/3'ü kesilmiş sadece, parça parça numune alıp hızlı biyopsi yapmışlar ve kanser temizlenip sağlıklı dokuya gelene kadar devam etmişler. Boyun diseksiyonum da başarılı geçmiş. Artık yapacak tek şey iyileşmemi beklemek.
Yoğun bakımda gözlerimi açtığımda karşımdaki duvar saati 12.30'u gösteriyordu ancak tek sorun öğlen mi yoksa gece miydi. Bir süre bunu düşündüm. Sabah 08.00'de ameliyat başladı, 8 saat sürse ben buraya 16-17 civarı geldim. Üstünden 7-8 saat geçse şu an gece yarısı, ayılmam için yeterli bir süre. Zaten etraftaki sakinliği de görünce emin oldum, sadece nöbetçi olan personel vardı. Bir süre sonra uyandığımı fark edip yanıma geldiler. "Merak etme Özkan Bey her şey yolunda, ameliyatın çok başarılı geçti, yoğun bakım takibinde de iyisin, hiç bir sıkıntı yok, sabaha kadar seni misafir edip servise göndereceğiz" dedi nöbetçi hemşire. İşte bu duyduğum en güzel şeydi.
Daha sonra ne durumda olduğumu anlamaya çalıştım. Haliyle çıplaktım ve örtülere sarılmıştım, boynumda kalın bir bandaj vardı ve boğazım delikti. Buradan nefes alıp veriyordum. İlk olarak aklıma anestezinin akciğerler üzerindeki olumsuz etkisi geldi. Önceden duymuştum uzun ameliyat olanların ciğerlerinde sönme olurmuş bazen, anesteziden ya da ameliyat süresince solunum cihazına bağlı kalmaktan dolayı. Bu korkuyla başladım derin derin nefes alıp vermeye ki bu gece boyunca sürdü. Uyandım, kendimdeyim ama yine de anestezinin etkisi var bedenimde, tatlı bir sarhoşluk içindeyim neredeyse. Tam ben bu hallerdeyken tepemde biri belirdi, üzerinde mavi önlük, başında bone ve yüzünde maske. "Özkan naber ya" diyor. O haldeyken ben sesinden ve mavi gözlerinden çocukluk arkadaşım olan Atilla dedim bu. Ama imkansız bu, anestezi neler yapıyor demek ki, gördüğüm hayale bak, Allah'ın Atilla'sı oldu gele gele :) Sonra hayal dediğim kişi maskeyi çıkardı ve oğlum Atilla ben dedi. İyiymişin merak etme dedi ve kaçar gibi gitti. Daha sonradan öğrendim ki oraya gelmiş, binbir yalanla içeri girmiş beni görmek için, ne adam ya.
Sabah 8 gibi iki tanıdık yüz geldi, Dr. Hakan Bayraktar ve Dr. Fidan Rahimli. Boynumu açıp pansumanımı yaptılar, her şeyin yolunda olduğunu ve birazdan servise alacaklarını söylediler. Pansumanımı tamamlayıp gitmelerinden sonra kısa bir süre bekledim ve hasta bakıcı geldi. Yolculuk başladı, istikamet 4.kat KBB servisi. Titiz annem odayı hazırlamış, her yeri temizletmiş, üstüne yetmemiş steril ilaçlarla ele gelen yerleri kendi silmiş, ortamı sağlıklı bir hale getirmiş. Yoğun bakım yatağından kendi yatağıma karga tulumba alınıp başladık yatmaya artık.